24 Ekim 2019
Pera Müzesi, Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri Koleksiyonu sergi salonunda koleksiyondan esinlenen Tüm Zamanlara, Tüm Üzgün Taşlara başlıklı güncel bir video yerleştirme sunuyor. Sanatçı Nicola Lorini tarafından gerçekleştirilen, kütle birimi kilogramın tanımının değişmesi ve İnternetin teorik kütlesinin hesaplanması gibi yakın zamanda gerçekleşen önemli gelişmeleri merkezine alan yerleştirme, ziyaretçileri koleksiyonda çizgisel olmayan bir yolculuğa çıkarıyor.
Tüm Zamanlara, Tüm Üzgün Taşlara yerleştirmesinden kısaca bahsedebilir misiniz?
Tüm Zamanlara, Tüm Üzgün Taşlara, Pera Müzesi’nin Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri Koleksiyonu’nda öznel ve duygusal durumları bir araya getirerek tek yönlü tarih ve zaman algısını sorgularken ziyaretçileri çizgisel olmayan bir yolculuğa çıkarıyor. Eserde ses, hareketli görüntü ve heykelsi nesneler yer alıyor. Müzenin kalıcı koleksiyonlarından birine ev sahipliği yapan sergi salonunda yer alan yerleştirme, içinde bulunduğu mekana özgü olma niteliği taşıyor.
Kitaplardan ve internetten alınan referansların katmanlı bir şekilde birleştirilmesiyle oluşturulan video ve heykeller, yerleştirmeyi kurgularken gördüğüm rüyalardan esinlendiğim hayali diyalogların kesitleriyle bir araya getirildi.
Koleksiyon üzerine yürüttüğünüz araştırma sürecini biraz anlatabilir misiniz? Koleksiyon ile eser arasında ne tür bağlantılar var?
Proje organik bir şekilde gelişti diyebilirim. Aslında koleksiyona cevap niteliğinde bir çıktı sunmak beni sınırlamaktan ziyade müzeyle birlikte çalışmaya başladığım süre zarfında kurguladığım araştırmanın kapsamını genişletti. Başından beri koleksiyona duyduğum hayranlık belirli nesnelerin tarihsel/arkeolojik değeriyle ilgili olmaktan çok sundukları bilgi, sahip oldukları karakter ve uyandırdıkları ruh hali zenginliğine yönelikti. Bunu, insanların “var olanı” kavrama ekseninde huzursuzluk veren bir girişimi olarak gördüğüm, bir şeyleri tanımlama ve kontrol etmeye dönük çabası ve eğilimlerinin maddesel bir toplamı olarak düşünmeye başladım.
Dijital paradigmaların etkisiyle ve hatta karşı karşıya olduğumuz iklim krizinden dolayı Batı kültürüyle ilgili belirli düşünce modellerini yeniden gözden geçirdiğimizi düşünüyorum. Nesnelerin antroposentrik açıdan anlamlandırılmasını sorgulamanın zorunluluk haline geldiği bir bağlamda, kaçınılmaz bir dizi soruyla karşılaşıyoruz. Bu sadece insan/doğa veya doğal/yapay arasındaki ilişkiden ibaret değil; aynı zamanda iyi/kötü, geçmiş/gelecek ile ilgili düalist bir anlayışı da kapsıyor. Böylece tamamen doğrusal bir olgu olarak değerlendirilen tarih ve zaman kavramları çökmeye başlıyor.
Koleksiyona yaklaşımımda da bu sorular her zaman aklımdaydı. Nesneleri ele alırken onları sanki sokakta bulduğum ya da kendim yaptığım birer nesne olarak değerlendirdim; fetiş haline getirmeden ve ortaya çıktıkları tarih, köken veya işlevlerinden doğan hiyerarşik yapıdan kaçınarak.
Bu, özünde var olma durumları, dokular ve atmosferlere âşık olmakla ilgiliydi.
Yerleştirmenin başlığı hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Tüm Zamanlara, Tüm Üzgün Taşlara üç farklı kaynağı bir araya getiriyor. Başlık kısmen ve ironik bir şekilde metrik sistemin beyanı olan “Tüm Zamanlara, Tüm İnsanlara” ifadesine gönderme yapıyor. 19. yüzyılda ortaya atılan orijinal beyan açıkça bir antroposentrik iyimserlik barındırıyor: “herkes” için ve “sonsuza dek” işe yarayabilecek bir ölçüm sistemi oluşturma fikri. “İnsanları” “taşlarla” değiştirdim fakat onlara insana özgü olan üzgün olma (sadness) hissini yükledim. Arapçada şad, taş anlamına da gelen ve koleksiyonun arşivinde bulunan küçük cam ağırlıkları tanımlamak için kullanılan bir kelimedir. Bu referansları bir araya getirerek post-antroposentrik bir senaryoya hitap eden ancak aynı zamanda duygusal bir tabloyu da canlandıran bir ifade oluşturmaya karar verdim.
Materyal kullanımınızdan bahsedebilir misiniz? Neden kum, silikon, alüminyum ve kemik?
Kum ve geyik kemikleri son çalışmalarımda sıklıkla kullandığım ve Pera Müzesi’ndeki yerleştirmede de yer alan iki malzeme.
Birkaç yıl önce kumu duygusal, romantik bir unsur olarak kullanmaya başladım. Kişisel deneyimler ve hatıralarla ilişkilendirilen belirli yerlerden kum topluyordum. Günümüze kadar hayatta kalan bu yönüyle kum, son zamanlarda daha politik ve eleştirel bir değere kavuştu. Kum, insanlık tarafından tüketilen ana unsurlar arasında dünyada üçüncü sırada geliyor: Satılıyor, çalınıyor, üzerinden gelir elde ediliyor ve sömürülüyor. Kum hem tüm medeniyetlerin temelini oluşturuyor hem de silikon formunda akıllı telefonlarımızı ve dizüstü bilgisayarlarımızı destekleyen çipleri üretmek için kullanılan bir kaynak olma niteliği taşıyor.
Kül gibi, kum da bir erozyon veya tüketimin sonucu, rüzgarlarla hareket edebiliyor, bir şeyleri yok edebiliyor veya boğabiliyor.
Geyik kemiklerinin kullanımı temel olarak keçi, koyun ve tırnaklı geviş getiren memelilerdeki küçük bir kemik olan aşık kemiğiyle ilgili. Hayvanın ağırlığını taşıyan, fiziksel olduğu kadar varoluşsal stresi de azaltan bu kemik, bana göre, bir nevi travmaları içine hapseden kara bir kutu. Koleksiyondaki birçok ağırlık aşık kemiği şeklinde. Bu küçük kemikler eskiden dini bir değere sahipti, zar olarak kullanıldı ve insanlık tarihinde mal alışverişinde kullanılan ilk paralardı. Bu bağlamda kemiklere olan yaklaşımım da kumlara olanla aynıydı; ekonomik olduğu kadar manevi de bir değer taşıyan doğal nesneler.
Genellikle heykel ve yerleştirmelerle çalışıyorsunuz, bu çalışmanızda video ve sesin rolü nedir?
Son zamanlarda, tekil heykeller yerine ortamlar yaratmak ilgimi çekiyor, kolayca “tanınabilir” çalışmalardan ziyade belirli atmosferlere odaklanıyorum. Bu süreçte benim için çok önemli olan bir araştırma kısmı bulunuyor. Pera Müzesi gibi belirli bir bağlamla karşı karşıyaysam, genellikle bilgi ve referansları oldukça yatay bir düzlemde keşfe çıkıyorum, birkaç farklı bakış açısı, hikaye, görsel ve yazılı materyal topluyorum. Bu süreç genellikle gördüğüm rüyalarla iç içe geçiyor ve tüm bu öğeler birbirleriyle etkileşime girmeye ve örtüşmeye başlıyor. Çoğu zaman elimde çalışmanın son halinde bulunmayan bir klasör dolusu görsel, çevrimiçi link ve yazılı metin oluyor. Bu yüzden bu sefer video kullanmaya karar verdim; hareketli görüntünün arka plandaki bir dizi farklı yaklaşımı ve aktarılması zor olan araştırma katmanlarını daha akıcı bir şekilde yansıtabileceğini düşündüm. Videoyla bağlantılı olan ancak tüm sergi salonunda bir akustik mekan oluşturan ses, anlaşılmak yerine hissedilebilecek bir habitat yaratma girişimimdeki bir diğer unsur olma özelliği taşıyor. Amaç ise ziyaretçileri çevreleyen bir deneyim yaratmak.
Pera Müzesi, Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri Koleksiyonu’ndan esinlenen Tüm Zamanlara, Tüm Üzgün Taşlara başlıklı güncel video yerleştirmesinden hareketle, sanatçılar Nicola Lorini, Gülşah Mursaloğlu ve Muğlak Standartlar Enstitüsü’nün (Avşar Gürpınar, Cansu Cürgen) katıldığı bir konuşma gerçekleştirdi. Yerleştirmeden hareketle ölçme, hesaplama, standart oluşturma, zaman ve değişim konularını tartışmaya açan bu ilham verici konuşmadan kısa bir bölüm paylaşıyoruz!
Dünya çapında yankı bulan film üzerine Andrey Tarkovski, Parajanov’u “bir dahi” olarak nitelendirirken Michelangelo Antonioni ise “çarpıcı, mükemmel bir güzellik” olarak tanımladığı filme ilişkin, “Bana kalırsa Parajanov, dünyanın en iyi yönetmenlerinden biri” değerlendirmesinde bulundu. Filmin müziklerini besteleyen ve bu vesileyle yeni, müzikal bir dil icat eden Ermeni besteci Tigran Mansurian ise, Sayat-Nova’yı “evrensel bir öneme sahip, olağanüstü bir olay” olarak tanımladı.
Salı - Cumartesi 10.00 - 19.00
Cuma 10.00 - 22.00
Pazar 12.00 - 18.00
Müze Pazartesi
günü kapalıdır.
Çarşamba günleri öğrenciler müzeyi
ücretsiz ziyaret edebilir.
Tam: 200 TL
İndirimli: 100 TL
Grup: 150 TL (toplu 10 bilet ve üstü)