18 Nisan 2013
Nickolas Muray: Bir Fotoğrafçının Portresi sergisi kapsamında Çağlayan Çevik kurmaca bir yazı dizisi kaleme aldı. Hani Dünya Çekilmezdi: Fotoğrafın Kurmacası adlı seride Çevik, Muray’ın çarpıcı fotoğraflarından yola çıkarak fotoğraftaki insanların dünyasını birer öykü ile anlatıyor.
Aaah, hakikaten koleksiyonun en kıymetli parçalarından birisi bu. Bir klasik! Savaş öncesi otomobil sanayiinin lüx tüketim ile bir araya geldiği güzide bir örnek… 1933 model sedan Dodge’lar, bugün bile tasarım ödülleri alan bir otomobil!
Tabii ki orijinal, her parçası orijinal… Bakınız şimdiye kadar yaptığı kilometre 10 bile değil. Zira sahibi bir kere binmiş, bir daha da binememiş zavallı talihsiz adam!
Zamanın tekstil devi Bihrûz Bey’inmiş bu araba. Torunundan beş yıl önce aldım bu arabayı… Çift sidemount yedek tekerlekler, orijinal silecekler, örneğin içindeki 1933 model Philco radyo ve hususi bu radyo için özel olarak getirtilmiş kablolar bile orijinal! Dodge bu modellerle 6 silindirli motorunu 8 silindirli hale getirerek sınıf atlatmıştır… Bu sayede daha akıcı bir sürüş keyfi verdiği kadar, dönemin bütün otomobillerine örnek model olmuştur! Adeta bir sanayi devrimi bu araba… Ama bunlar bildiğiniz hikâyeler, bu arabanın asıl hikâyesi sahibinden kaynaklanıyor. Zaten koleksiyonumun en özel parçası olmasının sebebi, arabadan değil hikâyesinden dolayıdır! Bir tarih, bir dram var bunun arkasında…
Bihrûz Bey, bu otomobili aldığında yetmiş küsur yaşındaymış. Zavallı ihtiyar arabayı aldığı günden birkaç hafta sonra felç olmuş. Çocukları torunları da kullanmamışlar bir daha! Müstakil bir garajda yıllarca beklemiş…
Torununun bana anlattığına göre bu Bihrûz Bey, bir yemin uğruna ömrü boyunca arabaya binmemiş. Her yere yürüyerek gider gelirmiş ve yıllar sonra ilk defa bu arabayı beğenip yurtdışından getirtmiş hususi. Lakin onun da akıbeti böyle talihsiz olmuş! Pek bir çocukça hevesle almış ama, adamcağıza nasip olmamış keyfini sürmek…
Şimdi bu Bihrûz Bey’i bilirsiniz aslında. Şöyle anlatayım; hani Tanzimat döneminin alafranga züppesi, Çamlıca mesirelerine çıkıp gününü gün eden, Batılı özentisi bir adam. Güya Periveş isimli bir fahişe uğruna rahmetli babasından kalma servetini ve bizzat kendisini tüketen aklı havada bir genç. Diye anlatılmıştır hep bize… Evet evet, Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası’ndaki Bihrûz Bey’in ta kendisinden söz ediyorum…
Ama işin aslı öyle değil. Miş.
Miş, diyorum çünkü torunu, yani bu otomobili aldığım Nijad Bey anlattı tüm tafsilatiyle…
Nasıl anlatmalı, dost kazığı mı demeli, yoksa elim bir aşk hikâyesi mi, talihsiz bir serüven mi bilemiyorum…
Rivayete göre Bihrûz Bey, zamanın münevveri ve muallimi Recaizade Mahmud Ekrem’in pek bir yakın arkadaşıymış. Asıl mesleği de terzilikmiş. Hattâ memleketin ilk atölye sahiplerinden birisiymiş Bihrûz Bey. En usta biçkiciler, ütücüler, terziler, örücüler onun atölyesine girmek için birbiriyle çekişirmiş. Bir okulmuş adeta… Yakın dostu, Üstat Ekrem, Bihrûz Bey’in terzihanesinin müşterisi olduğu kadar, yedikleri içtikleri ayrı gitmez, kâh edebiyat meclislerinde, kâh konsolosluk balolarında, kâh Çamlıca mesiresi gezilerinde piyasa yaparken hep birliktelermiş.
Dönemin modası da yeni üretilen atlı arabalar, yani landolarmış. İki uzun dingil üstüne, yüksek çaplı tekerlekli, üstü açılabilen atlı arabalar. Aman canım uzun uzun tarif ettiriyorsunuz, hani şu Vahşi Batı filmlerinde gördüğümüz posta arabaları yok mudur, onun benzeri işte… Vaktiyle bu arabalar memleketimizde o kadar meşhur olmuş ki, artık bir statü simgesiymiş adeta. Landosuna binip Çamlıca’ya, Kâğıthane’ye gitmek adeti yayılmış her yere. Memleketin zengini, alafranga züppesi, aydını, devlet adamı kendini buralara atarmış, arabasıyla… Türlü aşk oyunları da bu arabalarda cereyan edermiş ya, orası bizi ilgilendirmez.
Yine günlerden bir gün, Bihrûz Bey, yakın dostu Ekrem’le birlikte Çamlıca sırtlarına vurmuşlar kendilerini. Üstat Ekrem’in yeni şiirlerini okuyup üzerine konuşmak üzere buluşmuşlar sözde. Ama, günün en güzel saatinde bir sarışın dilber geçmiş yanlarından. Landosuna binmiş bu sarışın dilbere âşık olmuşlar, görür görmez. Üstat Ekrem, Perîveş adlı bu sarışın güzel uğruna şiirler yazarken, Bihrûz Bey artık atölyeye gitmeyip kendini her gün Çamlıca’ya atar olmuş… Periveş’i bir kere daha görebilmek umuduyla.
Aradan biraz zaman sonra, Dimitri’nin Galata’daki meyhanesinde kadeh tokuştururlarken, artık kaçıncı kadehten sonra bilinmez, iki dost birbirine gönüllerindeki dilberin kim olduğunu söylemek cesaretini bulmuşlar. Hey hat! İkisi de aynı dilbere vurulmuş meğer. Artık hem alkolün etkisi hem de mizaçlarının tesiri ile olacak, feci bir kavgaya tutuşmuşlar! Dimitri halat gibi bileğiyle yapıştığı gibi, bu iki janti beyefendiyi kapının önüne koymuş! Bir de bu utanç eklenince üstüne, iş inada binmiş. Kimse arkadaşımın aşkıdır, deyip geri adım atmamış. Artık varsa yoksa Perîveş’in gönlünü almak için çabalamaya başlamış, deyim yerindeyse birbirlerine savaş açmışlar!
Nijad Bey’in söylediğine göre Bihrûz Bey, “senin bir araban bile yok, çulsuz şair bozuntusu…” diye bağırıvermiş sinirle. Aslında Bihrûz Bey’in nüfuzu da varmış epey… Nijad Bey’in anlattığına göre Üstat Ekrem’in tedavi olmak için Avrupa’ya gitmesini sağlayanların başında Bihrûz Bey gelirmiş. Viyana’da kaldığı kasabada konakladığı ev de, Bihruz Bey’in yakın bir ahbabının eviymiş… Üstat sırf bu hususlardan bile borçluymuş aslında. Fakat işte gönül işleri girince araya, tüm bunlar unutulmuş. Bihrûz Bey, tüm bunları yüzüne vurmuş koca Recaizade Mahmut Ekrem’in… Bir daha görüşmemiş, karşılaştıklarında selâm bile vermemişler. Fakat bu esnada, ikisi de Perîveş Hanım’ın peşine düşmüşler. Bihrûz Bey daha şanslıymış meğer. Birbirlerine yakın muhitlerde oturdukları için, Perîveş Hanım’ın gönlünü almayı bilmiş. Üstat Ekrem ise Perîveş’in nihayet karşısına çıktığında, gönlünü almak için okuduğu şiire hiç kıymet vermemiş bu sarışın afet. Üstelik biraz da alay etmiş! Fenalıklar gelmiş Üstat Ekrem’e! Sinir hastası olmuş, bir vakit insanlarla teması bile kesmiş…
Ama intikamı yakıcı olmuş!
Meşhur eserini kaleme almaya oturmuş. Araba Sevdası! İşte o Araba Sevdası’ndaki Bihrûz Bey ve Perîveş Hanım, meseleyi bana anlatan Nijad Bey’in dedesi ve babaannesiymiş… Ama hikâyede bir aşufte uğruna rahmetli babasının parasını heder eden alafranga bir züppe olarak resmetmiş Bihrûz Bey’i. Vaktiyle âşık olduğu Perîveş Hanım’ı da malum aşufte yapmış… Sözde kenar mahalle dilberi Perîveş, Bihrûz’un gönlünü çalıp ortalıktan kaybolmuş ve hikâye de burada bitmiş. Ama hikâyenin aslı hiç öyle değilmiş gördüğünüz üzere. Bihrûz Bey ile Perîveş Hanım evlenmişler. Kısa süreli de olsa mutlu bir dünyaları olmuş… Bihrûz Bey ölene kadar Periveş Hanım’dan hep “blond”, “mon blond”, “anjel blond” gibi hitaplarla söz edermiş. Zavallı kadın yaşarken öyle seslenirmiş ona, aşkının nişanesi olarak… Dahası Üstat Ekrem, hikâyesinde bu özel anlara bile yer vermiştir. Ama kitap neşrolunduktan ve haddinden fazla meşhur olduktan sonra birçok kesimden zevat, hikâyedeki Bihrûz ve Perîveş’in kim olduğunu hemen anlamış. Dedikodu bütün İstanbul’u almış… Ne Bihrûz’un züppeliği, ne cahilliği; ne de Perîveş’in aşüfteliği, yosmalığı, Galata meyhanelerindeki kırıklarının kim olduğu kalmış. Herkes bire bin ilave ederek iki âşığı cümle âlem içinde daha da rezil etmişler…
Güzeller güzeli Perîveş Hanım bu eleme daha fazla dayanamamış ve kitaptaki yalanın aksine, hakikaten vereme yakalanıp hakkın rahmetine kavuşmuş. Bunun üzerine Bihruz Bey bir daha da arabaya binmez olmuş. Büyük yemin etmiş! Gideceği her yere yürüyerek gider, yürüyemeyeceği mesafelere gitmezmiş… Ta ki, yıllar sonra görüp hayran kalacağı ve sahip olmak için her şeyini feda edeceği bu arabaya kadar. Malum savaş öncesi dönem, memlekette de yeni bir rejim var ve ecnebi ürünlerini getirmek bir hayal! Ama Bihrûz Bey o hayali de gerçek kılmış… Tabii kimler girmemiş ki araya… Mebusların, nâzırların imzası ile ancak getirebilmiş bu arabayı memlekete. Fakat işte, ömür diyorlar buna. Talihsizlik insanın yakasına bir kere musallat olmasın. Zavallı Bihrûz Bey “Perîveş’imle binmeliydik,” diye ağlaya ağlaya inme inmiş adamcağıza… Ne oğlu, ne de torunu binmek istemiş sonra. Bihrûz Bey’den kalan en kıymetli yadigâr diye de satmamış, korumuşlar…
Nasıl, sözünü ettiğim kadar var değil mi? Hakikaten hikâyesiyle koleksiyonumun en güzide parçası bu araba!
Şu, karşı köşedeki otomobil ise…
Yazan: Çağlayan Çevik
Nickolas Muray: Bir Fotoğrafçının Portresi sergisi kapsamında Çağlayan Çevik kurmaca bir yazı dizisi kaleme aldı. Hani Dünya Çekilmezdi: Fotoğrafın Kurmacası adlı seride Çevik, Muray’ın çarpıcı fotoğraflarından yola çıkarak fotoğraftaki insanların dünyasını birer öykü ile anlatıyor.
Nickolas Muray: Bir Fotoğrafçının Portresi sergisi kapsamında Çağlayan Çevik kurmaca bir yazı dizisi kaleme aldı. Hani Dünya Çekilmezdi: Fotoğrafın Kurmacası adlı seride Çevik, Muray’ın çarpıcı fotoğraflarından yola çıkarak fotoğraftaki insanların dünyasını birer öykü ile anlatıyor.
Nickolas Muray: Bir Fotoğrafçının Portresi sergisi kapsamında Çağlayan Çevik kurmaca bir yazı dizisi kaleme aldı. Hani Dünya Çekilmezdi: Fotoğrafın Kurmacası adlı seride Çevik, Muray’ın çarpıcı fotoğraflarından yola çıkarak fotoğraftaki insanların dünyasını birer öykü ile anlatıyor.
Salı - Cumartesi 10.00 - 19.00
Cuma 10.00 - 22.00
Pazar 12.00 - 18.00
Müze Pazartesi
günü kapalıdır.
Çarşamba günleri öğrenciler müzeyi
ücretsiz ziyaret edebilir.
Tam: 200 TL
İndirimli: 100 TL
Grup: 150 TL (toplu 10 bilet ve üstü)