17 Haziran 2016
Pera Müzesi Blog, N’olmuş? işbirliğiyle hazırlanan yazı dizisi devam ediyor. Kendilerini; “Bilindik N’olmuş? sorusunu her gün yeniden soruyor, karşımıza çıkan sayısız beklenmedik cevabı sizlerle paylaşıyoruz. Zaman, mekân fark etmeksizin üreteni buluyor; üretileni sunarak başkalarına ilham vermesini arzuluyoruz.” diye açıklayan N’olmuş ekibi, Pera Müzesi Blog için hazırladıkları bu yazılarında Mario Prassinos, Bir Sanatçının İzinde: İstanbul-Paris-İstanbul sergisinden esinlenerek yolu İstanbul’dan geçmiş sanatçıları ele alıyor.
İstanbul: Mutluluğumuzun ve mutsuzluğumuzun sebebi bu koca şehir, yüzyıllardır sanata ev sahibi ve sanatçıya ilham kaynağı konumunda. Ama bazı büyük sanatçılar var ki, ömrünün bir döneminde İstanbul’da bulunduklarından, bu şehrin tarihine dahil olduklarından bile haberdar değiliz. Polonyalı romantik şair Adam Mickiewicz, ünlü Macar piyanist Franz LIszt, polisiye romanların ölümsüz ismi Agatha Christie, İtalyan mimar Gaspare Fossati, Afrika kökenli Amerikan yazar James Baldwin ve sürrealizmle başlayıp realizme doğru devam eden resim anlayışıyla Rum ressam Mario Prassinos bu isimlerden yalnızca birkaçı. Peki burada geçirdikleri kısıtlı zaman o büyük sanatçıların hayatını ve sanatını nasıl etkiledi dersiniz?
Polonya’nın en büyük romantik şairlerinden biri olan Adam Mickiewicz’in İstanbul’da hayata gözlerini yumduğunu biliyor muydunuz? 1798’de Polonya’nın parçalanışından birkaç yıl sonra dünyaya gelen Mickiewicz, yaşadığı toplumun içinde bulunduğu sıkıntıları kalbinde taşıyordu. Özgürlüğü elinden alınmış Polonyalılar da Adam Mickiewicz’in şiirlerinde umudu ve cesareti buluyordu.
Hareketli bir siyasi yaşama sahip olan şair, 1829’da yaşadığı coğrafyayı terk etmek zorunda kaldı. Pek çok Avrupa ülkesinde yaşadıktan sonra 1855’te İstanbul’a geldi. Adam Mickiewicz’in yol arkadaşı Henryk Sluzalskı, aynı gemide İstanbul’a girdikleri o sabahı anlatırken “Adeta bir mucizeyi gördük.” ve “Gerçekten büyüleyici bir şehir.” cümlelerini kullanıyordu.
Galata İskelesi’ne bir sandalla götürülen şair ve yol arkadaşları Polonyalı bir doktorun vasıtasıyla Galata’da bir odaya yerleşti. Araştırmalar gösterir ki o ev, Galata St. Lazar Manastırı’ydı. Küçük bir odada üç arkadaş yaşadı ve Mickiewicz İstanbul’da yaşadığı süre boyunca büyük maddi zorluklar çekti. Ev arayışları son bulmayan Mickiewicz, nihayet Pera’nın uzak bir köşesinde, Yeni Şehir Sokağı ve Tatlı Badem Sokağı’nın birleştiği yerdeki o karanlık daireye yerleşti. Adam Mickiewicz’in 1885’te koleradan hayata gözlerini yumduğu Tarlabaşı’ndaki o daire, 1984’ten beri müze-ev olarak varlığını sürdürüyor.
Gelmiş geçmiş en nadide yeteneklerden, dünyaca ünlü Macar piyanist ve besteci Franz LIszt’in en büyük arzularından biri İstanbul’u ziyaret edebilmekti. 1838’de sevgilisi Marie d’Agoult ile beraber İstanbul’a seyahat etmek için yaptığı tüm hazırlıklara rağmen planları iptal olmuştu. Çünkü Marie d’Agoult’un hamile olduğu anlaşılmış; hal böyle olunca uzun yola çıkmaları da riskli hale gelmişti. Ama LIszt vazgeçmedi. Yıllarca arkadaşlarına gönderdiği mektuplarda, günlüklerinde yazdı durdu: “İstanbul’a gideceğim.”
Franz LIszt’in bu isteğinden haberdar olan, Sultan Abdülmecid ve Sadrazam Mustafa Reşid Paşa piyanisti bizzat kendileri İstanbul’a davet etti. 8 Haziran 1847’da hayalini nihayet gerçekleştirerek İstanbul’a ayak basan Liszt apar topar saraya getirildi. Çünkü padişah, kendi orkestrasını bu büyük piyaniste göstermek için sabırsızlanıyordu.
Franz Liszt İstanbul’da 5 hafta kaldı. Beyoğlu’nda, piyano ticareti yapan Alexandr Commendinger’in Nur-i Ziya Sokak’taki evine yerleşmişti. Bu süre zarfında sarayda ve İstanbul’un başka birçok yerinde konserler verdi. Liszt, daha sonra Marie d’Agoult’a İstanbul seyahati ile ilgili şu satırları yazacaktı: “Gazetelerden öğrendiğiniz gibi Sultan bana nazik saygısını ve ücret olarak para ile elmas işlemeli bir kutu ile elmaslarla bezenmiş nişan-ı iftihar verdi. Şöhretim hakkında çok şey biliyor olmasına şaşırdığımı itiraf edeceğim.”
Gaspare Fossati
Gaspare Fossati, İsviçre’de doğup orada ölen İtalyan mimar hayatının bir döneminde İstanbul’da üretmiş isimlerden. 20 yılını İstanbul’da geçiren sanatçı önce Rusya’da kontlar, prensler için tasarımlar hazırladı. Orada “saray mimarı” ünvanını kazandı. O süreçte büyük bir yangında yok olan İstanbul Rus elçiliği binasının yerine bir bina inşa etmek üzere İstanbul’a gönderildi. 1849 yılında tamamen biten bina oldukça ilgi çekti.
İstanbul’daki ilk çalışmasının ardından bugünkü İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni, o zamanın Bab-ı Seraskeri Hastanesi’ni; Sultanahmet’teki “Mekteb-i Sanayi” binalarını ve daha pek çok yapıyı inşa etti. En önemli çalışması belki de Ayasofya Camii’nin restorasyonu oldu. Yaptığı düzenleme ve eklemelerle başarılı bir iş ortaya koydu.
Kardeşi Giuseppe Fossati (kendisi meşhur Narmanlı Han’ın mimarıdır) ile birlikte Osmanlı Devleti’nden gelen taleplerin ardından İstanbul’da çalışmaya devam etti Gaspare Fossati. Birlikte İtalyan Elçilik Konutu’nun, Galata’daki Sen Piyer Kilisesi’nin restorasyonunu üstlendiler. Naum Tiyatrosu, Reşit Paşa Sahilsarayı, Hünkar Dairesi… İrili, ufaklı başka projelere de imza atan ünlü mimar gelişinin 20 yıl ardından, 1858’de İstanbul’dan kardeşiyle birlikte ayrıldı.
Tam ismiyle James Arthur Baldwin zor bir çocukluk-gençlik döneminin ardından yetişkinliğinde de doğup büyüdüğü yerde, A.B.D.’de rahat edememiş başarılı bir romancı, oyun yazarı ve şair. Afroamerikan ve eşcinsel oluşu kendi ülkesinde yaşayışını güçleştirince Fransa’da, İsviçre’de ve Türkiye’de yaşamının büyük bir kısmını geçiren Baldwin’in İstanbul’a gelişi ünlü aktör Engin Cezzar‘ın davetiyle gerçekleşti.
Kimse tarafından rahatsız edilmeden üçüncü romanı “Another Country“ye devam edebildiği İstanbul’da, Engin Cezzar’ın evinde, 10 yıldır üzerinde çalıştığı bu kitabı 2 aylık bir sürede bitirdiği söylenir. Baldwin, Türkçe bilmemesi ancak tanıştığı pek çok kişinin kendisine “Arap” diye seslenmesiyle İstanbul’da şöhreti ve sıradan bir hayatı aynı anda yaşama şansı buldu.
İstanbul’da kaldığı süre zarfında John Herbert’ın “Fortune and Men’s Eyes” adlı oyununu İstanbul sahnelerinde oynanmak üzere yönetirken “No Name in the Street” isimli deneme derlemesini bitirdi. Son çalışması “The Welcome Table“a da yine burada başladı. Kendi sözcükleriyle, sürgünde olmak “Hayatımı kurtardı… Dünya’ya dair bakış açımı kabul etmemi mümkün kıldı. Bu bakış açısı her ne kadar diğerlerininkinden radikal olarak ayrılık gösterse de…”
Pera Palas’ın 411 numaralı odası mı? Muhtemelen orada hiç kalmadı.
Otobiyografisinde yazdığı üzere kendisi 1926 yılında, Şark Ekspresi’yle İstanbul’a geldi. Trende tanıştığı Hollandalı mühendis kendisini İstanbul’un tehlikelerine karşı uyardı ve kalacak yer olarak da Tokatlıyan Oteli‘ni önerdi. Otobiyografide yazılana göre mühendis ertesi gün Christie’yi yemeğe çıkardı ve gecenin sonunda yine Tokatlıyan Oteli’ne bıraktı. Belli ki Agatha Christie için Pera Palas’ta 411 numaralı oda ayırtılmıştı, hatta kendisinin özel istekleri yönetime bildirilmişti. Ancak Christie etkilendiği mühendisin tavsiyesiyle tercihini Tokatlıyan Oteli’nden yana kullanmıştı.
Kim bilir belki de hem tren yolunu hem de Pera Palas’ı işleten Cook şirketinin kayıtlarındaki Christie imzası yeterli kanıt değildir. O imza ünlü yazarın Şark Ekspresi’nin konuk listesinde yer almasından fazlasını kanıtlamıyordur belki de?.. Agatha Christie gerçekten Pera Palas‘ta mı kaldı, yoksa Tokatlıyan Oteli’nde mi günlerini geçirdi belki de hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Ancak; Agatha Christie Vakfı Başkanı ve aynı zamanda Agatha Christie’nin torunu da olan Mathew Prichard‘a göre Christie için İstanbul her zaman özel bir yerdi. Doğu’da arkeolog olan ikinci kocasıyla arasında köprü vazifesi gören önemli bir şehir oldu.
Dünyaca ünlü ressam Mario Prassinos, yolu sonradan İstanbul’a düşmüş bir sanatçı değil. Prassinos 1916’da İstanbul’da doğmuş bir ressam. Kendisi, Rum kökenli sanatçı bir ailenin çocuğu olarak Pera’da dünyaya geldi. 1922’de, henüz 6 yaşındayken ailesiyle beraber İstanbul’dan Fransa’ya göç etmek zorunda kaldı. Paris’te 20. yüzyıl avangartları arasında filizlenen sanatsal kariyerini sürrealizmle başlayıp realizmle devam eden bir anlayış üzerine inşa etti.
Mario Prassinos, belleğindeki geçmişe ait izlerin bir yansıması olarak Türk Peyzajları serisini yarattı. Çocukluğuna ve doğduğu yere ait belleğinde saklı kalmış görüntüler ve anılar bu seride ortaya çıkıyordu. “Karanlık ve sessizliğin merkezinde ağaçların yer aldığı, siyah beyaz ve fonda turkuaz renklerinin hakim olduğu bir görüntüler örgüsü…” 1976 yılında Paris Galerie de France’ta ilk Türk Peyzajları özel sergisini açtı. Mario Prassinos, Türk Peyzajları’yla ilgili şunları söylüyordu:
Kırmızı Alpilles (1978) Bakır üzerine akuatint, aside yedirme baskı ve kazıma, 57 x 76 cm. FNAC 35371 Centre National des Arts Plastiques, Paris 2016
“Bu manzaralarda hep bir ağaç ya da ağacı simgeleyebilecek bir şey (…) var. Bu, çocukluktan bir anı. İstanbul’un çevresindeki kırlık alanlar nispeten düzdür, yer yer birbirinden ayrı ağaç grupları vardır üstünde. Bir ağacın, ışığı arkasına almış bir ağacın kestiği o ufuk imgesini yeniden ele almak istedim.”
Pera Müzesi, doğumunun 100. yılında Mario Prassinos’u doğduğu semt Pera’da sanatseverlerle buluşturuyor. Pera Müzesi’nde 25 Mayıs-14 Ağustos 2016 tarihleri arasında ziyaret edebileceğiniz Mario Prassinos, Bir Sanatçının İzinde: İstanbul-Paris-İstanbul sergisi sanatçının resimlerinden kitap illüstrasyonlarına, dokuma örneklerinden gravürlerine uzanan farklı teknikteki eserlerini bir araya getiriyor. 1985’te hayata gözlerini yuman Prassinos, bu sergi sayesinde İstanbul’a eserleriyle dönmüş oluyor. Seza Sinanlar Uslu küratörlüğünde, uzman Catherine Prassinos ve danışman Thierry Rye ile hazırlanan sergide, Prassinos’un İstanbul’dan izler taşıyan eserleri de yer alıyor.
Ela bir yıl önce, yedi dakikalığına ölmüştü. Küçük kardeşinin parktaki kum havuzunun içinde neşeyle oyun oynayışını seyrederken gelmişti ölüm ona. Tüm dünyasını bembeyaz yakıcı bir ışıkla kaplayan ani bir ışıma, bir canavarın kükreyişini andıran zalim bir gümbürtü…
Salı - Cumartesi 10.00 - 19.00
Cuma 10.00 - 22.00
Pazar 12.00 - 18.00
Müze Pazartesi
günü kapalıdır.
Çarşamba günleri öğrenciler müzeyi
ücretsiz ziyaret edebilir.
Tam: 200 TL
İndirimli: 100 TL
Grup: 150 TL (toplu 10 bilet ve üstü)