20 Ekim 2020
Pera’lı Mario
Mario Prassinos İstanbul’u, şimdiki İstanbullular’dan belki çok daha fazla seviyordu. Bunu kızı Catherine Prassinos’un Pera Müzesi’nin sanatçıya dair kitabında yazdığı yazıdan anlamanız aşikar:
“Babamla birlikte ailemizin geçmişinde yolculuk yapmak için aile fotoğraflarıyla dolu kocaman, çok ağır albüme dalar giderdik. O albümün ilk bölümü Türkiye’ye ayrılmıştı. Babam sık sık bana İstanbul’u ve sürgünü anlatırdı. O sürgünün benim de bir parçam olduğunu, ondan söz ederek Boğaz üstündeki martı çığlıklarını, Türk dilini ve Sultanahmet Camisi’ni bana aktardığını hissediyorum. Ayrıca Türkiye’yi, arkadaşlarını, aile üyelerini, evlerini terk etmenin kendisine ne kadar büyük bir acı verdiğini de anlatırdı.”
Mario Prassinos, İstanbul’da doğdu. Detaya girmek gerekirse, 1916 yılında Rum kökenli sanatçı bir ailenin çocuğu olarak Pera’da dünyaya geldi. Doğduğu ev halen burada ve ayakta. Ama ne yazık ki, Mario ve ailesi, 1922 yılında sürgüne çıkarıldı ve Fransa’ya yerleşti. Fakat o İstanbul’unu hiç unutamadı. Hatta eserlerine yakından göz atarsanız, 69 yaşına dek yaşadığı Fransa’ya ruhunun tam anlamıyla demir atamadığını ve İstanbul’u hep çok özlediğini anlayabilirsiniz.
Kuzgun ve Diğerleri
1934’ten itibaren özellikle sürrealist yayınlarda illüstrasyonlar yapan Prassinos, 1940’larda Henri Parisot editörlüğünde L’âge d’or (Altın Çağ) koleksiyonunun da kitap kapaklarını hazırladı. Aynı dönemde Gallimard Yayınevi’nin çıkardığı La Nouvelle Revue Française (NRF) koleksiyonu için de birbirinden çarpıcı 205 kapak maketi tasarladı. Bu koleksiyonda kimler mi vardı? Apollinaire, de Beauvoir, Breton, Camus, Faulkner, Hemingway, Kafka, Rimbaud, Sartre… Edgar Allan Poe’nun 1952 tarihli Kuzgun adlı kitabı için hazırladığı illüstrasyonlarıysa kuşkusuz tüm tasarımları içinde en ilgi çekenleridir.
Türk Gülü, 1966
Yün, alçak çözgülü halı
Özel Koleksiyon
120 x 80 cm
Türk Gülü
1941’de Paris’te villa Seurat’ya taşındıklarında Mario Prassinos’un komşuları arasında dokuma çalışmalarıyla tanınan Jean Lurçat da vardı. Lurçat bir süre sonra Prassinos’u yün ipliklerle tanıştıracaktı. Dokuma yapmak için önce kâğıt üzerine desen çiziliyor, sonra ipliklerin renk kartelasındaki kod numaraları o an için sadece tasarımcının zihninde gerçekleşen bir tür ön izlemeye dayalı olarak kağıda yazılıyordu. Prassinos gibi hafızasını iyi kullanan biri için dokumalar yeni bir oyun gibiydi. Yer yer kaligrafik ifadeler beliren dokumalarında bazen diğer eserlerinde kullandığı desenleri tekrar ediyor, bazen de Turquerie, Türk Gülü gibi verdiği isimler aracılığıyla geçmişi çağrıştıran imgeleri ortaya çıkarıyordu.
Portreler: Kayıp Anıların Peşinde
Yaratıcılığının kaynağını belleği olarak gören Mario Prassinos’un kariyerinde portreler özel bir yere sahipti. Zira Prassinos, birinin resmini yapmak için fiziksel benzerliği hedeflemediğini, o kişiye dair zihninde oluşan anılara gereksinim duyduğunu söylerdi. Özgün bir yaklaşımla, hiç tanımadığı Bessie Smith’i çalışırken önce bu caz sanatçısına dair öğrenebileceği her şeyi öğrenerek kendisi için bir Bessie imgesi oluşturdu, sonra da bu imgeyi tuvale yansıttı.
Bessie’nin Mezarı, 1963
Tuval üzerine yağlıboya
145 x 113 cm
Prassinos’un dedesi Prétextat Lecomte ise dönemin kozmopolit Pera’sında resim ve mozaik çalışmalarının yanı sıra gazetelerde sanat yazılarıyla tanınan Alexandre Vallaury, Şeker Ahmet ve Osman Hamdi gibi entelektüellerle dost olan renkli bir karakterdi. Prassinos içinse öncelikle çocuk gözüyle İstanbul’daki evlerinin dekorunda canlandırdığı bir figürdü.
Edebiyat öğretmenliği yaparken bir yandan da resim ve fotoğrafla ilgilenen baba Lysandre Prassinos’un, Rum halk dilini savunan devrimci duruşu ve sonunda sürgün yaşamaya mecbur kalışı Prassinos’u etkilemiş olmasına rağmen tuvalinde bir erk, bir ata figür olarak babasını resmettiğini ancak yıllar sonra itiraf edecekti.
Dövmeli Tepe
1951 yılında Mario Prassinos eşi Yollande ile Avignon’un güneyinde yer alan Eygalières’e yerleşti. Her sabah evden çıktığında karşılaştığı o kıpırtısız model; kendinden dövmeli bu tepe Prassinos’u etkisi altına aldı. Ressamın tepe etütlerini yaparken yaşadığı cebelleşme Prassinos için hem bir iç konuşmayı hem de bir sorgulamayı içerirdi. Nihayetinde ressamın mürekkebe bulanmış fırçasıyla yer yer kaligrafik bir ifade kazanan çarpıcı “Küçük Alpler” serisi ortaya çıktı.
“O körü, o sağırı, o dilsizi konuşturdum. Onu imgelerle kapladım. Her geçen yıl ilişkimiz daha yakınlaştı. Her karmaşa, takıntı haline gelen gösterisiyle bendeki ona can verme arzusu arasında bir savaş alanına döndü. O kırıkların, yıllar geçtikçe büyüyen o çalıların, hafif hafif daha derinleşen o yırtıkların hepsi noktalar ve akıntılar, mürekkep ve kâğıt oldu, tepe de benim koskocaman desenime dönüştü. Benim oldu.”
Mario’nun Ağaçları
Prassinos’un sanatında en ilgi çekici temalar arasında serviler, ağaçlar ve Türk peyzajları gelir. İstanbul’daki evlerinin terasına her çıktığında gördüğü Üsküdar’daki servi korulukları ya da Petits Champs’daki ağaçlar Prassinos için çocukluktan kalan güçlü imgeler olsa gerek. Toprağı kavrayan kökleriyle beraber güçlü bir anlam içeren ağaçlar, ressamın imgeleminde benzer bir metaforla kendi varoluşunu da düşündürür.
“Azap Resimleri” serisindeki ağaçlar ise yaşamının sonuna geldiğinin ayırdında hazırladığı kompozisyonlar olması bakımından önemlidir. Burada görülen eskizler St. Rémy de Provence’taki Notre Dame de Pitié Şapeli’nin içinde yer alan resimlere ait olmakla beraber Prassinos’un son çalışmalarıdır. Birbirine yaslanan yapraksız, dikenli, sanki kurumakta olan üç ağaç eskizinde, ressam, izleyiciye hayatın bittiği yerde, toprakta yeniden doğacak bir yaşamı işaret eder gibidir.
Mario Prassinos, 1985’te Fransa’da öldü.
Ela bir yıl önce, yedi dakikalığına ölmüştü. Küçük kardeşinin parktaki kum havuzunun içinde neşeyle oyun oynayışını seyrederken gelmişti ölüm ona. Tüm dünyasını bembeyaz yakıcı bir ışıkla kaplayan ani bir ışıma, bir canavarın kükreyişini andıran zalim bir gümbürtü…
Biraz önce, yolcu salonunda vapurun hareketini beklerken aklıma bir oyun geldi. Küçükken evde, buradan epey uzakta ve geçmişte kalmış ülkemde oynadığımız, nasıl oynadığımızı bile hatırlayamadığım bir oyun. Vapura binmek için bekleyen kalabalığın arasında kendimi olduğumdan bin kat daha yalnız hissettiren cinsten.
Salı - Cumartesi 10.00 - 19.00
Cuma 10.00 - 22.00
Pazar 12.00 - 18.00
Müze Pazartesi
günü kapalıdır.
Çarşamba günleri öğrenciler müzeyi
ücretsiz ziyaret edebilir.
Tam: 200 TL
İndirimli: 100 TL
Grup: 150 TL (toplu 10 bilet ve üstü)