27 Mart 2016
Bir koleksiyonun en az dört kuşak boyunca aktarılması gerektiğine inanan ve bunu bir bayrak yarışına benzeten Nahit Kabakcı’nın 1980’lerden itibaren oluşturmaya başladığı Huma Kabakcı Koleksiyonu Türkiye’de, bilinçli ve sürekliliği olan az sayıdaki koleksiyondan biri.
Anı ve Süreklilik: Huma Kabakcı Koleksiyonundan Bir Seçki, Huma Kabakcı Koleksiyonu’nun oluşturulma mantığı, gelişimi ve öznelliğin yanı sıra sanat tarihsel bir nesnellikle dönem dönem yenilenen ve geliştirilen yapısı düşünülerek ortaya çıktı; birbirini takip eden iki kuşak tarafından sürdürülen koleksiyonun, ilişkili ve farklı noktaları ön plana alınarak tematik olarak şekillendi.
Seçki bu bağlamda farklı kuşakların koleksiyona katkısının yanı sıra, bütününe ait iç tutarlılığına ve dönüşümlere de işaret etmeyi öngörüyor.
Serginin dördüncü bölümü “Modernite: Moderni İnşa Etmek / Moderni Yeniden Biçimlendirmek” bir kesit paylaşıyoruz!
Modernite, modern çağ için kullanılan bir diğer ad olmakla birlikte, modernizasyon düşüncesiyle de bağlantılıdır ve modern ya da güncel olmanın –ya da olma isteğinin– farkındalığıdır. Elbette bu sonu gelmeyen bir süreçtir ve süreklilik gösteren hızlı bir değişim dinamiğini de içinde barındırır. Bu bölümdeki yapıtların belirlenmesinde, modernitenin içinde ya da sonrasında bu süreçleri dikkate alarak üretim pratikleri geliştiren sanatçıların birlikteliği rol oynuyor.
Moderni İnşa Etmek, bir yandan da bireysel/toplumsal deneyim yığınlarından yeni bir süreç ve serüven yaratmak anlamına geliyor. Marshall Berman’a göre “Modern ortamlar ve deneyimler coğrafi ve etnik, sınıfsal ve ulusal, dinsel ve ideolojik sınırların ötesine geçer; modernliğin, bu anlamda insanlığı birleştirdiği söylenebilir. Ancak paradoksal bir birliktir bu, bölünmüşlüğün birliğidir: Bizleri sürekli parçalanma ve yenilenmenin, mücadele ve çelişkinin, belirsizlik ve acının girdabına sürükler. Modern olmak, Marx’ın deyişiyle ‘katı olan her şeyin buharlaşıp gittiği’ bir evrenin parçası olmaktır.”
İhsan Cemal Karaburçak, İsimsiz, 1959-1970, Duralit üzerine yağlıboya, 65 x 63 cm.
Karaburçak’ın çoğunlukla kadınları resmettiği ilk dönem portrelerinde ifadeler ve oranlar gerçeğe oldukça yakınken sonraları yüz detayları kaybolmuş, oranlar bozulmuş, boyunlar uzamıştır. 1944-1952 imzalı peyzajlarında, erken dönemindekilerden ayrılarak lekesel üsluba yönelir. 1952-1970 imzalı olan kent ve kır manzaralarında ise kompozisyonun dikey ve yatay hatlarla bölünerek zaman zaman perspektifin tamamıyla göz ardı edildiği görülür. Sanatçının bu tür resimlerinde görünüm, her şeyin aynı anda görülebildiği kuşbakışıdır ancak figür ve nesneler tepeden değil cepheden görünecek şekilde tasvir edilmiştir. Bununla birlikte, aynı dönemde, perspektifli; sanatçının çalışmak için günün ilerleyen saatlerini seçmesinden dolayı koyu tonlardaki morların, kırmızıların, yeşillerin hâkim olduğu manzaraları da mevcuttur.
1950’lerden itibaren görülmeye başlayan ilk soyutlama örneklerinde sanatçı, nesneleri geometrik formlar üzerine noktasal vuruşlarla eklediği detaylarla resmetmiştir.
Manzaralarında karakteristik olarak yatay-dikey hatlarla bölümlenen, perspektifsiz kuşbakışı planlar büyük ölçekli şehir paftaları gibidir. Bu kompozisyon biçimi, sergide yer alan yapıtın da dâhil olduğu 1959-1970 dönemine ait soyut işlerinde, eski manzaralarının dönüşümünün izlenebildiği ancak figürlerin artık tamamıyla çizgisel, nesnelerinse eski yazı karakterlerine benzeyen sembollere dönüştüğü bir anlatıma ulaşmıştır. | EB |
Mübin Orhon, İsimsiz, 1962, Tuval üzerine yağlıboya, 117 x 90 cm.
Mübin Orhon için, uzun yıllar yaşadığı ve sanatçılarla yakın ilişki içinde olduğu Paris, sanatını evrensel kılan etkileşimlere yol açmış ve kendine özgü bir üslup geliştirmesi için gerekli sanatsal ortamı sağlamıştır. 1940’ların sonlarında, büyük yıkımlara yol açan II. Dünya Savaşı’nın ardından Paris sanat ortamında herkesin anlayabileceği birleştirici bir dil olarak kabul gören geometrik biçimlerin hâkim olduğu soyut işlere yönelmiştir. 1950’lerin ortasından 1960’a kadar olan dönem sanatçının geometrik resimlerden uzaklaşarak, Stael’inkileri andırır biçimde, fırça ve spatula izlerinin gözlemlenebildiği boya katmanlarından oluşan lekesel soyutlamalara (taşizm) geçtiği dönemdir. Bu dönem işlerinde renkler çeşitli değildir ve formlarla renkten çok açıklık-koyuluk ilişkisi kuran tonlardadır.
Bunu takip eden ve 70’lere kadar süren soyut dışavurumcu döneminde ise; canlanan, çeşitlenen ve incelerek akışkan hale gelen renkler, çizgisel bir hareketlilikle tuval yüzeyine dağılarak duygu ve düşüncelerin izdüşümlerini oluşturur. Buradaki yapıt, sanatçının bu döneminin karakteristik bir örneğidir. Bundan sonraki çalışmaları çoğunlukla geometrik tek bir form çevresinde tonlanan monokrom bir üsluba dayanır. | EB |
Fahrelnissa Zeid, Kemikli Kompozisyon, Tarihsiz, Tuval üzerine karışık teknik, 50 x 55 cm.
Sanatçının Paris’te Académie Ranson’daki eğitimi sırasında başlangıçta figüratif ve yarı izlenimci olan resim anlayışı zamanla soyuta dönüşmüştür. 1940’ların sonuna doğru yaptığı, tüm tuvali kaplayan eğri çizgiler ve bu çizgilerin içini dolduran sıcak, canlı renklerin söz konusu olduğu soyut dışavurumcu yapıtları, parçalara ayrılmış bir bütünün yarattığı karmaşayla bağdaşmayan şaşmaz bir düzeni de beraberinde sunar. Bu yapıtlarda parçalanma genellikle, darbe alarak çatlamış bir cam gibi, resmin merkezinde başlayıp dışa doğru yayılan bir kompozisyon oluşturur.
Üç boyutlu nesneler sanatına, 1950’lerin sonlarına doğru deniz kıyısından topladığı taşları boyayarak yaptığı portrelerle dâhil olmuştur. Irak Büyükelçisi olan eşi Prens Zeid 1958 darbesinden sonra işsiz kalınca hayatında ilk kez mutfağa giren Fahrelnissa Zeid, yemek yaparken kullandığı tavuk ve kemik parçalarını cam, reçine ve silikon gibi malzemelerle birleştirerek üç boyutlu kolajlar ve heykeller yapmaya başlamış ve bunları “Pallaeochrystalos” (Tarih öncesi kristalleri) olarak isimlendirmiştir. | EB |
Farklı kuşakların koleksiyona katkısının yanı sıra, bütününe ait iç tutarlılığı ve dönüşümlere de işaret eden Anı ve Süreklilik: Huma Kabakcı Koleksiyonundan Bir Seçki sergisi 24 Şubat -8 Mayıs 2016 tarihleri arasında Pera Müzesi’nde gerçekleşti.
Bir koleksiyonun en az dört kuşak boyunca aktarılması gerektiğine inanan ve bunu bir bayrak yarışına benzeten Nahit Kabakcı’nın 1980’lerden itibaren oluşturmaya başladığı Huma Kabakcı Koleksiyonu Türkiye’de, bilinçli ve sürekliliği olan az sayıdaki koleksiyondan biri.
Formları Şekillendirmek yoğun ve belirgin bir biçimde forma odaklanan; ayrıca ideoloji ve göçebelik gibi kavramları imleyen, bunu gerçekleştirirken yerleşik formları çözümleyerek farklı ve yeni bağlamlar yaratan yapıtları bir araya getiriyor.
Salı - Cumartesi 10.00 - 19.00
Cuma 10.00 - 22.00
Pazar 12.00 - 18.00
Müze Pazartesi
günü kapalıdır.
Çarşamba günleri öğrenciler müzeyi
ücretsiz ziyaret edebilir.
Tam: 200 TL
İndirimli: 100 TL
Grup: 150 TL (toplu 10 bilet ve üstü)