30 Haziran 2017
Düşünme biçimimiz kökten bir değişime uğramış durumda, ama insanların çoğu bunun pek farkında değil gibi.
Kurumsallaşmış düşünme biçimi son 24 yüzyıldır yaptığı gibi doğrusal Neo-Platonik yapısını sürdürüyor. Ama saygınlığını yitirdi. Tıpkı sanat gibi o da kaidesinden aşağı yuvarlandı. Aralarında hukuk, eğitim ve anayasa örgütlerinin de bulunduğu pek çok kurum artık tamamen metin temelli.
“Çiftdüşün sizin için muhtemelen olumsuz bir kavram. Biz Rusya’da bunun sadece bir başlangıç olduğunu düşünüyoruz,” diyor Rus sanatçı Pavel Pepperstein. Çiftdüşün Çiftgörü sergimiz Pepperstein ve 1970 ve 1980’lerde devlet tarafından sanatçı olarak tanınmadıkları için farklı bir iletişim biçimi kurmak zorunda kalan başka bazı Moskova kavramsalcılarıyla başlıyor ve tüm dünyadan 34 sanatçının yapıtları aracılığıyla metinle imge arasında yeni bir düşünme dengesini gözler önüne seriyor.
Küratör Alistair Hicks’in Çiftdüşün Çiftgörü sergimiz kataloğu için hazırladığı yazısından Moskova Kavramsalcılığı’nın anlatıldığı kısmı sizlerle paylaşıyoruz.
Moskovalı kavramsalcılar 1970’lerde sessizliklerini hedef alan protestolar başlattıklarında, Sovyetler Birliği’nde metinler ve toplumla iletişim kurma yöntemleri arasındaki örtüşme hala zayıf, fakat durumun vehameti Stalin’in “Avrasya”sında olduğundan biraz daha azdı. Sanatçıların yegane izleyicisi, diğer sanatçılardı. Bu insanların sanat yapmaya yönelik ihtiyaçları tamamen dürüst bir ihtiyaçtı. Onlara bunu yaptıran neydi? Bu zorlu koşullarda grubun en önemli eleştirmeni Boris Groys kavramsalcılığı gelişigüzel bir biçimde, metin ve imge arasındaki denge olarak tarif etti. Batı’da kavramsalcılığın bir kavramın hakikati, saf bir fikir olduğunu öğrenerek yetişmiş olanlara bu bütünüyle anlamsız gelmişti. Marcel Duchamp, Sol LeWitt veya Daniel Buren’in kavramsalcılığı, bir fikri her ne pahasına olursa olsun izlemek üzerine kuruluydu. Bu doğrudan Platon’un onca yıl önce ortaya koyduğu ideal kavramlar modelinden gelip devam eden bir düşünme biçimiydi.
Amerikalıların hepsi bu saf kavramın anlamı konusunda ikna olmamışlardı. Bruce Nauman 1970 yılında L.A. Havası’nı yaptı. Bu iş, Nauman’ın Los Angeles’ın açık mavi gökyüzünü gösteren önceki bir kitabının ardından gerçekleştirilen bir projeydi. Nauman hava kirliliğinin fotoğrafını çekiyordu, imgeler saf görünseler de gerçekte zehirliydiler.
Metinler, altmışlı ve yetmişli yıllarda kimi Amerikalı ve Avrupalı kavramsalcılar için gittikçe daha önemli hale geldi. Aralarında Robert Barry, Lawrence Wiener, John Baldessari, Richard Long, Hamish Fulton, Keith Arnott ve Joseph Kosuth’un da olduğu bu liste, uzar gider. Ancak bu isimlerin tamamı için metinler birer yardımcıdan ibaretti; “ideal” kavramı yaratmaya çalışırken bunu ancak metinleri kullanarak yapmayı biliyorlardı. Metin ve imge arasında bir denge aradıkları kesindi. Çoğunlukla Moskova kavramsalcılarına en yakın Amerikalı sanatçı olarak değerlendirilen Joseph Kosuth, Fikir Olarak Fikir Olarak Sanat (1966-68)’da tamamen dil yoluyla iletilen bir fikre bütünüyle odaklanabilmek adına imgeleri elemeyi denemişti. İsimlerine karşın Art & Language (Sanat & Dil) grubu da, resimlerle metinlere eşit derecede büyük bir ilgi besliyorlardı. Michael Archer’ın Art Since 1960’da gözlemlediği gibi, “kavramsal sanat, imgelerin dil-gibi algılanmalarını önermişti, kavramsal sanatçılara göre bir sanat yapıtı okunabilen bir şeydi. Bunun tersi de onlar için eşit oranda geçerliydi, kelimeler, resim-gibi bir işlev görebilirdi.” Ancak Archer, bir yandan da Magritte’in ta 1929 tarihinde yaptığı İmgelerin İhaneti’nde bunu gerçekleştirmiş olduğuna işaret ediyordu. Moskova kavramsalcılığının büyük sıçramalarından biri de bu sanatçıların, kelimelerin de tıpkı imgeler kadar hain olabileceklerini göstermesiydi. Bu bir pipo değil, hem bir piponun resmiydi, hem de bir yalandı. Bu sergideki sanatçıların araştırdığı şey de, bu iki argüman arasında, görsel ve sözel olan arasında yaşanan sürtüşmenin ta kendisidir.
Sürtüşme, Bruce Nauman’ın videolarının bazılarında yoğunlukla ifade edilir. 1986 tarihi Şiddetli Olay olumlu biçimde öfkelidir. Nauman bu durumu şu sözlerle itiraf eder: “Benim yapıtlarım, insanlığın durumu konusundaki bir yılgınlıktan alır kaynağını. Ve insanların nasıl da diğer insanları anlamayı reddettiklerinden. Ve insanların birbirlerine karşı ne kadar gaddar olabildikleri gerçeğinden. Bu durumu değiştirebileceğimi düşünüyor değilim, ama bu insanlık tarihinin çok yıldırıcı bir parçasıdır.” Koşullar oldukça farklı da olsa, burada ifadesini bulan duygu Moskovalı kavramsalcıların duygusundan çok da farklı değildir elbette. Nauman herhangi bir biçimde kontrol sahibi olmamaktan, karar alma süreçlerinin dışında bırakılmış olmaktan bahsetmektedir ama bunlara tepkisi, Rus çağdaşlarınınkinden Kabakov’lardan, Erik Bulatov ve Nikita Alexeev’inkinden çok farklıdır. Öfkesini ifade eder Nauman: L.A. Havası bile, renk alanlarının güzelliğiyle, resmettiği havada bulunan zehirli gazlar arasındaki dengesizliğe işaret ediyor olabilir.
Dünya oturmuş, Moskova kavramsalcılığı diye bir şey oluşsun diye bekliyor değildi. 1970’lere gelindiğinde sanat dünyası Amerika merkezliydi ancak Avrupa’da da hala hayat vardı. Joseph Beuys yerleşik düşünme biçimine karşı enerjik bir direnç gösteren tek kişilik bir orkestra haline gelmişti. Kendi bağımsız üniversitesini oluşturmuştu, çünkü Düsseldorf Akademisi onu ve öğrencilerini barındıramıyordu artık. 1974 tarihli Amerika’yı Seviyorum, Amerika da Beni ile egemen düşünme biçiminden bağımsızlığını ilan etmiş oldu; daha eski, daha gerçek bir ilkel kültürü temsil eden bir çakal ile arasında ruhsal bir kardeşlik hissederken, çağdaş Amerikalılarla herhangi bir doğrudan temasla kendini kirletmeyi reddetmekteydi. Yine de bu direniş Moskova’da yaşanandan çok farklıydı. Erik Bulatov’un belirttiği gibi: “Joseph Beuys hayatı sürekli bir performansa dönüştürmek için boşa uğraşmıştı. Yaptığı şey, yeryüzünde Tanrı’nın krallığını kurmaya çalışmaktan farksızdı.” Profesör Beuys kara tahtalara kelimeler ve denklemler püskürtüyordu. Müjdeci bir tavırdı bu; sanatın dünyayı daha iyi bir yer yapabileceğini düşünüyordu. Yine de ondan önce Platon’un yaptığı gibi, Beuys da kavramlarını inşa etmek için kelimeleri kullanıyordu. Kelimeler mükemmel kavrama, idealize edilmiş bir dünyaya ulaşmaya çalışma yolunda kullanılan kusurlu araçlardı yalnızca.
Sergi kataloğumuza göz atmak için tıklayın!
Çiftdüşün Çiftgörü sergimiz George Orwell’ın 1984 romanında kullandığı “Çiftdüşün” kavramına bir göndermeyle isim buldu ve aralarında Tracey Emin, Marcel Dzama, Anselm Kiefer, Bruce Nauman, Raymond Pettibon ve Thomas Ruff gibi isimlerin yanı sıra Türk sanatçıların da yer aldığı seçki, çoğulcu düşünmenin izini sanat eserleri üzerinden sürdü.
Salı - Cumartesi 10.00 - 19.00
Cuma 10.00 - 22.00
Pazar 12.00 - 18.00
Müze Pazartesi
günü kapalıdır.
Çarşamba günleri öğrenciler müzeyi
ücretsiz ziyaret edebilir.
Tam: 200 TL
İndirimli: 100 TL
Grup: 150 TL (toplu 10 bilet ve üstü)