14 Temmuz 2017
John Frederick Lewis en önemli Viktorya dönemi Britanyalı Oryantalist sanatçılarından biri olarak kabul edilir. Pera Müzesi’nde 2008 yılında Tate Britain işbirliğiyle düzenlenen Doğu’nun Cazibesi sergisinde Lewis’ın eserleri sergilenmişti.
John Frederick Lewis’in öldüğü yıl olan 1876’da, onun gibi Kraliyet Akademisi üyelerinden olan Charles West Cope, bu kurumda Sergi İçin Resim Seçen Kraliyet Akademisi Kurulu, 1875 başlıklı bir resim sergiliyordu. Solda oturan Lewis, Cope tarafından o dönemin Akademi’sini temsil etmek üzere seçilen ve aralarında Sir Francis Grant, Sir Frederic Leighton ve John Everett Millais’in de bulunduğu seçkin Kraliyet Akademisi üyelerinden biriydi. Akademi’nin daha sonraki sekreteri Frederick Eaton’a göre, “Resim 1875’te, yani yapıldığı tarihte, Akademi’nin başlıca üyelerinden bazılarını çok iyi temsil eden bir tasvir olup, kişilerden birçoğunun simasını mükemmel şekilde yansıtmaktaydı.” Gene de bu, “aslında var olan bir kurul” değildi; başka bir deyişle, tasvirde gördüğümüz bütün üyeler “asla kurulda birlikte görev almamıştı”. Resimde Lewis’i kamusal rolüyle, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında Britanya sanatını temsil eden kurumun seçkin bir üyesi olarak görürüz; tasvir, Doğu yaşamından sahneleri büyük bir titizlikle gözlemleyip en ince ayrıntılarıyla tuvale aktaran seçkin bir ressamın çeyrek yüzyılı aşan kariyeri boyunca edindiği yüksek konumla uyum içindedir. Ama bu resimlerde sanatçının yaşamının bir başka yönünü, daha az alışılagelmiş bir yönünü de –kendisi için oluşturduğu Doğulu rolüne bir göndermeyi de– görürüz. Lewis’in iki benliği –geleneksel “Batılı” çehresi ile daha sıradışı “Doğulu” öteki çehresi– arasındaki gerilimi irdelemeye değer.
Gene de Lewis, sanatçı arkadaşlarının pek iyi bildiği gibi, Doğu resimlerinin başarısıyla gelen kamusal rolü kolayca kaldıramıyordu. Kasım 1855’te Suluboya Ressamları Derneği’nin başkanlığına seçilmiş, ama iki yıldan az bir süre sonra istifa etmişti. Üyelerin bir araya geldiği bir akşam yemeğinde resmî bir konuşma yapması istendiğinde tek kelime edememiş, ertesi gün sekretere şunları yazmıştı: “Kafam karışmış, sıkkın ve cesaretsiz’dim… öyle bir başkanınız var ki, diğer nitelikleri ne olursa olsun çok kötü bir kürsü başkanı”. Ertesi yıl şubat ayında, aşırı iş yükü gerekçesiyle hem dernek başkanlığından hem dernek üyeliğinden istifa edecekti: Suluboya yöntemleri “öyle zahmetli[idi] ve öyle para getirmekten uzak[tı] ki, artık bu uğraşı başka ve daha kârlı bir malzemeyle sürdürmeyi kesinlikle gerekli buluyor”du. Her iki sergi kurumu için yapıt vererek bir jonglör gibi emeğini suluboya ile yağlıboya arasında paylaştırma çabası ona çok fazla gelmeye başlamıştı. Hırsı, yağlıboyayı yeğlemesi gerektiğini söylemiş, bu da Suluboya Ressamları Derneği’nden istifa etme kararını hızlandırmıştı. Amacı kendini Kraliyet Akademisi seçimi için daha iyi bir konuma yerleştirmekti, çünkü o dönemde kurumun kuralları başka bir sergileme derneğine üye olmaya elvermiyordu. Seçildiğinde, Kraliyet Akademisi’ne 1859’da ast üye, 1865’te ise tam üye olarak katıldığı sanat “kulübü”, belli ki kendini rahat hissettiği bir ortam değildi. Ruskin daha sonra, keyifli yaşamdan bu kopukluğu şu sözlerle dile getiriyordu: “Lewis’te İngilizlere aykırı bir şeyler vardı; bu onu, üyeleri birbirine yardım eden ya da birbiriyle şakalaşan, şöhretleri yerleşmiş bu neşeli gruplardan ayırıyordu. …
John Frederick Lewis’in “SEM” tarafından yapılan karikatürü.
Belli ki daha genç günlerindeki züppeleşmiş “ehli keyif” kişiden bir hayli farklı bu mesafeli, asosyal Lewis imgesini aklımızda tutarsak, “SEM” karikatürünün daha belirgin hale getirdiği Watkins fotoğrafındaki özellikler –çatık alın, iri karga burun ve sakıngan ifade–, ölümünden elli yıl sonra haklı olarak “bu yalnız kartal” şeklinde betimlenen bir kimlik oluşturur.
Diğer ressam dostlarımızın aksine, bizimle asla akşam yemeği yemiyordu”. Lewis, Resim Okulu’ndaki zorunlu görevinden de –“misafir hoca” olarak ders vermek– haz etmiyordu; okulun öğrencilerinden William Silas Spanton onu şöyle anımsıyor: “İyi bir hoca değildi, aşırı müşkülpesent ve malzemeler konusunda dediğim dedikti.” Yöntemleri, başkalarının onun ardından gitmesine elvermeyecek kadar titizdi ve Londra’nın kirli havasından ve pisliğinden uzakta yalnız çalışmayı yeğliyordu; eşi ona yardımcı oluyor, söylenenlere bakılırsa “fırçalarını temizleyip paletini hazırlıyordu”.
Halk tarafından tanınma ve resim piyasasında başarı hiç kuşkusuz Lewis için çok önemliydi ve bunlar onun aktif olarak ulaşmaya çalıştığı hedeflerdi. Ne var ki, eşiyle birlikte bilinçli olarak Londra’daki sanat faaliyetleri merkezinden uzaklaşıp şehir dışındaki Walton-on-Thames’ta gözlerden uzak bir yaşama çekilmesi, kişiliğinde çelişkili dürtülerin hüküm sürdüğünü gösteriyor: Bu dürtüler onu bir yandan kendi kamuoyu için yarattığı bir kimliğe yönlendiriyor, diğer yandan bu kimlikten geriye çekiyordu. Şunu öne süreceğim: Lewis’in yaşamındaki bu ikilik –ilgi odağı olmayı isteme ile bundan kaçınma– yapıtında çok sık kendini gösteren saklı otomimetik temsillere yansır.
Deha derecesinde yetenekli bir sanatçılar ailesinde dünyaya gelen Lewis, genç yaşlarından başlayarak erken on dokuzuncu yüzyıl Londra’sının yoğun rekabetçi sanat piyasasının ve kendisi için sanatsal bir niş oluşturma gereğinin bilincindeydi. Gençken yaptığı ve kendisini arkasında iki küçük kardeşiyle, umursamaz bir tutum içinde gösteren bir kurşunkalem çizim, bir genç olarak dandyish kişiliğini net olarak yansıtır. Genç, hırslı bir sanatçı için çok değerli olan benlik bilinci, gene erken dönem çizimlerini içeren bu albümdeki sayısız otoportre çiziminde belirgindir. Lewis, daha önceki ve o günden bu yana gelen birçok sanatçı gibi, farklı duruşları denemek ve öz imgesinin çeşitli yönlerini iletmek için kendi hatlarıyla deneylere girişmiş, daha sonraları, daha genç çağdaşı William Powell Frith’in önerdiği pratiği benimsemiştir. Her ne kadar Frith gibi o da yerleşik bir sanat geleneğinin izinden gittiğini büyük olasılıkla biliyorsa da, erken dönem otoportreleri, birçok sanatçının otoportrelerinin aksine, kamusal alana girmemiş, öyle görünüyor ki yalnızca kendisi ve ailesi için yapılmıştır. Kariyeri çeşitli kereler yön değiştirdiği gibi, Lewis de yaşamının farklı dönemlerinde farklı kişiliklermiş gibi davranıyordu. Bu kişiliklerden bazıları çelişik, bazıları tamamlayıcı olup, kişiliğindeki karşıtlıkları yansıtıyordu. Üretkenlikte belirgin atıllık, ayrıntılara yönelik kılı kırk yaran dikkatle karşıtlık oluşturur: Lewis saygı gören, ama mesafeli “büyük Doğulu”, aynı zamanda eşine bağlı bir kocaydı; abartılı giysileri seven ve kulüplere giden dışadönük züppe, aynı zamanda sinirli bir mizacı olan, içedönük bir yalnızlığı arayan bir kişiydi. Daha genç çağdaşı Baudelaire’in 1863’te yazdığı gibi, “ben olmayan’a doymak bilmez bir özlem duyan bir ben”di. Ne var ki, zaman zaman yer değiştirmelerin böldüğü bir kariyerde, belki de birleştirici temalardan biri, çocukluğundan saygın yaşlılığına uzanan bir süreç içinde yaptığı kendi temsilleriydi. Briony Llewellyn’in Mekanın Poetikası, Mekanın Politikası kitabında yer alan yazısından bir derlemedir.
Osmanlı saray ve konak haremlerinde kahve ikramı törenle yapılırdı. Önce gümüş tatlı takımı ile tatlı (reçel) sunulur, ardından kahve ikramı başlardı. Kahve güğümü, tombak, gümüş veya pirinçten yapılmış, ortasında kor ateş bulunan ve kenarlarına takılı üç zincirden tutularak taşınan sitile oturtulurdu. Sitil örtüsü ise, yuvarlak, atlas veya kadifeden, sırma, sim, pul, hatta inci ve elmas işlemeli olurdu.
Salı - Cumartesi 10.00 - 19.00
Cuma 10.00 - 22.00
Pazar 12.00 - 18.00
Müze Pazartesi
günü kapalıdır.
Çarşamba günleri öğrenciler müzeyi
ücretsiz ziyaret edebilir.
Tam: 200 TL
İndirimli: 100 TL
Grup: 150 TL (toplu 10 bilet ve üstü)