Bir Beyaz Duvar ve Bir Kara Delik: Yüzün Politikası
Nermin Saybaşılı

Konuşma

22 Şubat 2018 / 18:30

Pera Müzesi, Bana Bak! ”la Caixa” Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndan Portreler ve Diğer Kurmacalar sergisi kapsamındaki konuşam etkinliklerinin sonuncusunu Nermin Saybaşılı ile gerçekleştiriyor.

“‘Yüzün politikası’ öncelikle kimliğin ‘öteki’ ile kurulan özneler-arası bir ilişkiye dayandığının teslim edilmesidir. Giles Deleuze ve Felix Guattari, bireyin özneleştirilmesini (subjectification) başın ve bedenin yüze indirgenmesi olarak yorumlayarak bunun tanımını ‘yüzsellik’ (faciality) olarak belirlerler. Yüz bir beyaz duvardır, öznellikse bir kara delik. Despotik iktidar ve gözetleyen göz (Din ya da Devlet) yüzü bir gösteren olarak ele geçirip sınırlandırır. Felsefecilere göre yüz sökülmelidir, yersiz yurtsuzlaştırılmalıdır. Konuşma, kimliğin verili ve sabit değil,  ‘öteki’ ile kurulan diyalogtan ve paylaşılan eylemlerden ortaya çıktığından yola çıkarak yüzü, portreyi bakışımlı bir topografyaya yerleştirmeyi deneyecektir. Portre sırf bir yüzey, bir maske de olabilir, söz ve eylemle bakışan ruhu olan bir yüz de. ‘BANA BAK!’... Kesin ve kesif bu emir kipi cümlesi muhatabını ve belki de muhataplarını arıyor. Seslenilen ve/ya beklenilen muhatap o an orada değilse ve hatta bu muhatap cümleyi kuranın sahibi olsa bile... Yüzünü göremediğimiz, sesinin tınısını duyamadığımız cümlenin sahibinin keskin bir talepkârlığı var. Sözü seste ve anlamı yüzde sabitleyemediğinden bizi tekinsiz bir şimdiye mahkum ediyor. Ama tüm bu belirsizliğin ve karmaşanın orta yerinde net olan bir şey var: bakmak ve görmek, duymak ve dinlemek sorumluluk almak demektir. ‘BANA BAK!’ cümlesi bakışı değil, ‘bakışımı’ umar ve bekler, çünkü insan ‘yüz yüze bakar,’ yüz yüze bakışır. Jacques Lacan’ın ‘ayna evresi’nden öğrendiğimiz üzere imgeden önce ve ondan öte bir özyoksa ve kendilik bilincimiz bir hayalden, psikalaniz kuramının bildik terminolojisinden alıp söyleyecek olursak bir fanteziden ibaretse eğer, her oto-portre kaçınılmaz bir biçimde bir portre, her portre de su götürmez bir şekilde bir oto-portredir.”

Nermin Saybaşılı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü'nde öğretim üyesidir. Saybaşılı, Londra Üniversitesi Goldsmiths College’ın Görsel Kültürler Bölümü’nden doktora derecesini aldı. Fulbright bursu ile gittiği Columbia Üniversitesi’nin School of Arts bünyesinde çalışmalarını sürdürdü. Araştırma alanı; güncel sanat ve eleştirel kuram bağlamında görünürlüğün rejiminde görünürlükler/görünmezlikler sorunsalları, yerleştirme ve video çalışmalarında sesin (insan sesi, dil olmayan diğer sesler ve müzik) kullanımı,  mobilite ve karşı-coğrafyalar, şebeke-kültürde kentsel mekan ve göçtür. Uluslar arası akademik dergi ve kitaplarda makaleleri yayınlanmaktadır Saybaşılı’nın  Sınırlar ve Hayaletler: Görsel Kültürde Göç Hareketleri (Metis, 2011) ve Sanat Sahada: Görsel Kültür Çalışmalarında Etnografik Bilgi (Metis, 2017) başlıklı iki kitabı bulunmaktadır. 

Sergi salonunda gerçekleştirilecek etkinlik ücretsizdir. Yerler sınırlıdır, rezervasyon alınmamaktadır. Etkinlik dili Türkçedir.

Süreli Sergi

Bana Bak!

Bana Bak! ”la Caixa” Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndan Portreler ve Diğer Kurmacalar sergisi, sanat tarihindeki en eski ifade biçimlerinden biri olan portreyi, günümüz çağdaş sanat üretimleriyle yeniden ele aldı. 

Bana Bak!

Leonardo’nun Atı

Leonardo’nun Atı

Leonardo da Vinci, 1493’te, tam 500 yıl önce, Milano Dükü Ludovico il Moro’nun 12 yıl önce babasının anısına sipariş ettiği atlı anıtın (doğal büyüklüğün 4 katı boyda) dökümü için hazırlıkları bitirmek üzereydi.

Bizi mi gözetliyor? <br> Vajiko Chachkhiani

Bizi mi gözetliyor?
Vajiko Chachkhiani

Pera Müzesi, İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) işbirliğiyle, 16 Eylül – 12 Kasım 2017 tarihleri arasında 15. İstanbul Bienali’ne ev sahipliği yapıyor. Müzede 17 sanatçının eserleri yer alıyor. Bienal boyunca bu sanatçıları ve eserlerini blogumuzda ele alıyoruz!

Sergey Parajanov Anlatıyor

Sergey Parajanov Anlatıyor

“Olabilecek en kötü hapishane koşullarıyla karşılaştığımda, bir seçim yapmak zorunda olduğumu anladım: ya dibe vuracaktım ya da bir sanatçı olacaktım.”