Heykele Geçiş

10 Temmuz 2013

kitaplık Kitaplık, 2006. Ahşap, 322 x 290 cm.

Manolo Valdés’in resimleri, maddesel bir mevcudiyet arayışındayken, bu arayış onun heykellerinde daha da belirgindir. Her geçen yıl, bu alanda daha üretken hale gelir. Günümüzde heykel, sanatçının zamanının ve çabalarının büyük bir bölümünü kapsıyor. Valdés’in ahşap heykelleri, yıkık görünümleriyle, birbirine eklediği kumaş parçalarına çok benzer. Bu heykeller odun parçalarıyla yapılmış ve eğreti birleştirme elemanlarıyla –sanatçının parçaları birleştirmek için kullandığı ahşap kamalarla– bir araya getirilmişlerdir. “Odun kesilip, kıymıklara ve parçalara ayrıştırılır” der Valdés. Sanatçı, çoğu zaman farklı tonlardaki, araya yerleştirilmiş parçalarla, Kosme de Barañano’nun yazdığı gibi, bir tür üç boyutlu mozaik oluşturur. Önce yaş haldeki odunu seçer, sonra tahtalar, sanatçının istediği barok niteliği edininceye kadar bükülüp işlenir. Sanatçı odunu da benzer şekilde işler: Valdés, eski Yunan vazolarının yaş odunlarını işlemek ve içlerini boşaltmak için bir torna kullandıktan sonra, bunları deforme edip çatlatır, son olarak parçalar halinde kırar ve bunun ardından bu parçaları büyük bir çabayla yeniden kurar. Böylece, kitap yığılı bir masa, gündelik bir mobilyanın kırılmış, kaba yıkıntısı şeklinde yeniden yaratılır. Valdés’in 1990’lı yılların ortalarında başladığı kitaplık serisi de son derece harap haldeki bir şey izlenimi verir.
Yıkıntı, Valdés’in kamusal alan heykellerinde –Valencia için yaptığı ve daha sonra New York’taki Park Avenue’ye yerleştirilen Elcheli Hanım’dan Alcobendas’taki Menina’ya– anıtsal boyutlar edinir. Valdés’in Ortega y Gasset Sokağı’nda, Antón García Abril’in elden geçirip yenilediği eski bir garaj olan atölyesini ziyaret ettim ve orada sanki yüzyıllar süren huzurlu bir uykudan sonra gün yüzüne çıkarılmış gibi duran o büyük antik tanrıçaları gördüm.
Baş, çevresinde görünmez gezegenlerin Satürn halkası gibi yörüngede döndükleri gezegendir. Baş, sıradışı çiçeklerin bulunduğu ince uzun vazodur. Baş, demirci dükkânında çekiçlerin dövdüğü örstür. Baş, leyleklerin yuva yaptığı çan kulesidir. Baş, surlarından zırh kuşanmış savaşçıların göründüğü tahkimli kuledir. Baş, pek çok gökdelenin bulunduğu bir adadır. Çok sayıda, çeşit çeşit süsleriyle bu heykel başları, Valdés’in portrelerindeki ya da grafik çalışmalarındaki (Şapkalı Kadın serisi gibi) başlarla bağlantılıdır: Valdés’in bu yapıtlarında, Picasso’nun Avignonlu kızlar için bir çizimini, başörtülü Olga portresini ya da kübist bir ölüdoğayı tasvir eden baş süsleri giyen başlar görülür.

Turuncu Şapkalı Kadın, 2009. Çuval Bezi Üzerine Yağlıboya, 239,5 x 200,5 cm.

Valdés, başın anatomimizin heykele en uygun kısmı olduğunu çok iyi bilir. Modern sanatçılar, bunu, kendilerini ölüdoğayı (başka bir deyişle nesneleri) yeni heykel disiplininin ana konusu haline getirmeye yönlendiren nedenlerin aynılarından ötürü ve aynı sıralarda, kübist dönemde keşfetmişlerdir. Picasso, Fernande başlarıyla, Naum Gabo kurgusal başlarıyla, Brancusi ise Uyuyan Esin Perisi’nin ve yüzeylerinde pek az ayrıntı olan oval şekilleriyle bunun bilincindeydi. Bu sanatçılar, bir heykel türü olarak büstü kesinlikle bir yana bıraktılar, çünkü büst eksik anatominin kalanına gönderme yapar ve tanımı gereği eksiktir. Öte yandan, baş kendine yeterli ve tamamıyla bağımsız olarak sunar kendini ve kendisi dışında herhangi bir şeyi ima bile etmez.

Valdés’in biçim verdiği başlarda hem bir kasılma hem bir genişleme vardır. Bu başlarda bütünlüklü bir sağlamlık, dışa kapalı bir kütle, Brancusi başlarındaki kusursuz yoğunlaşma görülür; buna karşılık, eseri sonlandıran parça, çevredeki uzama açılan dışa dönük ve neredeyse patlamaya hazır bir taçtır. Taç, heykelin çevresindeki alana açılmasını sağlar. Taçlar çok çeşitlidir: Çok ince, hafif ve saydam yapılar olabilecekleri gibi yalnızca masif bir malzemeden yapılmış da olabilirler; bombeli, boru biçimli, karmaşık ya da orbital olabilirler. Baş süsü ya da taçlardaki çeşitlemeler, Valdés’e sonsuz sayıda karakter imleme olanağı verir. Bunlar, kitaplar, yelpazeler, deniz kabukları olabilir ya da bir kraliçeyi, bir okuru ya da zarif bir kadını anımsatabilir.

su mermeri ve demirBaş II, 2011. Su mermeri ve Demir, 61 X 76 x 61 cm.

Bu yüz hatlarından yoksun başların her biri, Antonio Muñoz Molina’nın Marlborough Galeri’deki Valdés sergilerinden biri için yazdığı bir metinde belirttiği gibi, “çok eski bir Kiklad ya da Paskalya Adası putunu andırır; yüksekliği, sağlam şekli, tıpkı gizemli bir ilahtan kalan bir iz gibi, varlığını güçlü ve ezici kılar”. Bu başların her biri, çoktan yitip gitmiş bir uygarlıktan kalma bir anıt, uzak ve eski bir dünyanın kalıntısı gibi yükselir.

Guillermo Solana, Madrid Thyssen-Bornemizsa Müzesi Baş Küratörü

Sergey Parajanov Anlatıyor

Sergey Parajanov Anlatıyor

“Olabilecek en kötü hapishane koşullarıyla karşılaştığımda, bir seçim yapmak zorunda olduğumu anladım: ya dibe vuracaktım ya da bir sanatçı olacaktım.”

Charlotte Wells’ten Bir Not

Charlotte Wells’ten Bir Not

Hafıza güvenilmesi güç bir şeydir: ayrıntılar belirsizleşir ve öngörülemez bir hâl alır. Hatırlamak için gayret ettikçe daha az şey görürsünüz. Kendisini durmadan çürüten bir hafızanın anısı... Son zamanlarda kendimi, duyguların daha dirençli olduğu noktasında ikna etmeye çalışırken buluyorum; ne var ki bu, epey zor bir iş.

Küçük Sarı Daire ile müzede keşifler!

Küçük Sarı Daire ile müzede keşifler!

Pera Öğrenme programları kapsamında yayınlanan, Tania Bahar'ın kaleme aldığı ve Marina Rico'nun resimlediği hikâye kitabı Küçük Sarı Daire, çocuklarla yetişkinlerin birlikte keşfedecekleri ve paylaşacakları farklı bir öğrenme deneyimi sunuyor.