Kadınlar tenisinin çehresini değiştiren kız kardeşler

19 Mart 2018

Venus ve Serena

2012 yapımı Venus ve Serena, tarihin en etkileyici spor hikayelerinden birine imza atan Williams kardeşlerin en zorlu ve sıkıntılı yılına, 2011’e odaklanıyor. Venus’ün otoimmün sendromu, Serena’nın da akciğer embolisi ile mücadele ettiği ve ölümden döndüğü o yıl, birçokları için yolun sonuydu. Beyaz spor basını, mutluluğunu gizlemiyor, tenis otoriteleri iki kardeşin bu zorlu süreçten sonra tenis oynayamayacağını iddia ediyordu. Şüphesiz ki Venus ve Serena için önemli bir dönüm noktası olan bu süreç, onlara sahip oldukları şeyleri ne zorluklarla kazandıklarını da gösterdi bir kez daha.

Venus ve Serena Williams sadece tenisin değil, spor tarihinin de en ilginç hikâyelerinden birinin başrolündeler. Kenar mahalleden gelip zirveye yükselen iki kız kardeş, beyaz elitlerin sporu olan tenisin çehresini değiştirmekle kalmadılar, ona bambaşka bir kimlik de kazandırdılar. Bunu yaparken, sadece rakipleriyle değil, ciddi sağlık sorunlarıyla, ırkçılıkla ve cinsiyetçilikle de mücadele ettiler. Ve herkesin “artık bitti, sona geldiler!” dediği anda, onlar pes etmeyerek ve birbirlerine tutunarak küllerinden yeniden doğdular.

Campton, Kaliforniya’da, yoksulluğun, suçun ve şiddetin ortasında büyüyen Williams kardeşler, ABD’de siyahlara reva görülen kaderi değiştirmek için yola çıktılar. Hayatında bir kere bile tenis oynamamış babaları Richard Williams, kızlarını bekleyen gelecekten başka bir yol çizmek için DVD’ler izleyerek tenisi öğrendi ve kızlarının eline raket tutuşturdu. Williams’ların zirveye giden yolculukları, kırık bira şişeleri ve uyuşturucu şırıngalarıyla dolu kortlarda başladı. Baba Williams, anneleri Orance Williams’la birlikte çalıştırdığı kızlarının beyazların hâkim olduğu tenis dünyasında tutunabilmelerinin zor olduğunun farkındaydı. Bu nedenle onları sadece iyi birer tenisçi değil, yaşayacakları, maruz kalacakları her şeye karşı dik durabilecek kadınlar olarak yetiştirmeye çalıştı. Richard Williams, mahalledeki çocuklardan kortta antrenman yapan kızlarına hakaret etmelerini istiyor, onlara bunun için para veriyordu. Bu sayede kortta eğer birileri onlara derilerinin rengi ya da vücutlarının şekli nedeniyle hakaret ederse, kulak asmamayı, maça odaklanmayı öğrendiler.

Babaları haklıydı. İki kardeş, sayısız kez ırkçı saldırılara maruz kaldılar, hakarete uğradılar, aşağılandılar. Bunun en kötü örneği, 2001 yılında, kendi evlerinde, Kaliforniya’da düzenlenen ve teniste grand slamlerden sonra en önemli turnuvalardan biri olan Indian Wells’de yaşandı. Yarı finalde karşılaşan kardeşlerden Venus sakatlık nedeniyle maça çıkamamış, Serena doğrudan finale yükselmişti. Ertesi gün gazete manşetleri buna babalarının karar verdiğini, Venus’ün sakat olmadığı hâlde kardeşi finale yükselebilsin diye yalan söyleyerek çekildiğini söylüyordu. Bu haberleri okuyan Serena, finalde Belçikalı Kim Clijsters’la eşleşti. Maça çıktığı anda seyirciler onu yuhalamaya, ıslıklamaya başladılar. Neredeyse herkes kendi ülkelerinin vatandaşı Serena’ya karşı Belçikalı rakibini destekliyor, kenarda oturan Venus’e ve babasına da hakaret ediyordu. Ancak unuttukları bir şey vardı: Serena ve Venus zaten bunlara hazırlıklıydı. Serena ilk seti kaybettiği maçı 2-1 kazandı. Kupa töreninde kendisini protesto eden seyircilere yine de teşekkür etti. Ancak, daha sonra gördükleri korkunç muamele nedeniyle turnuvayı boykot etme kararı aldılar.

Irkçılık kadar cinsiyetçilik de peşlerini bırakmadı. Güçlü iki siyah kadın olarak kariyerlerinin ilk gününden bu yana, kaslı vücutları nedeniyle sayısız hakarete maruz kaldılar. Kadınlığa yakışmadıkları, “erkek gibi” güçlü oldukları, bu nedenle erkeklerle mücadele etmeleri gerektiği söylendi. Siyahların duymaya alışkın oldukları her şeye maruz kalmaya devam ettiler. Fakat onlar, tüm bunlara rağmen yollarına devam ettiler. Dergilere verdikleri pozlarda, bedenleriyle nasıl barışık olduklarını, narin kadın imajından neden hoşlanmadıklarını anlattılar ve siyah kadınlara yönelik ırkçı ve cinsiyetçi bakış açısının altını defalarca çizdiler. Beden onlarındı, karar da onların oldu. Siyah, güçlü ve gururlu kız kardeşler hem kort içinde hem de dışında, kendileriyle aynı şeyleri yaşamak zorunda bırakılan siyah kız çocuklarına ve kadınlara ilham kaynağı oldular.

2011 senesindeyse bambaşka bir zorluk onları bekliyordu. İki kardeş bu sefer yerleşmiş ırkçı ve cinsiyetçi fenalıklarla değil, hazırlıksız yakalandıkları ağır hastalıklarla başetmek zorunda kalmışlardı. Venus ve Serena filminin incelikle anlattığı bu sancılı dönem, tekrar sahalara dönmelerine ihtimal verilmeyen Williams kardeşlerin herkesi nasıl ters köşeye yatırdığına tanıklık ediyor. En iyi bildikleri şeyi yaparak, pes etmeyerek yeniden kortlara ve ardından da zirveye çıkan kız kardeşler artık daha da dirençli döndükleri teniste başarıdan başarıya koşarken, ABD’de siyahlara yönelik polis şiddetinden, erkek tenisçilerle eşit ücret meselesine kadar birçok konuda fikirlerini söylemekten çekinmediler. Sponsorların baskıları, turnuva organizatörlerinin engellemeleri de onları durduramadı. İki kardeş, bugün hala tenis oynuyor ve alışık olduğumuz, suya sabuna dokunmayan, söylenenleri yapan, asla itiraz etmeyen, kimseyi karşısına almayan tenisçi profilini yerle bir etmeyi sürdürüyorlar.

Bugün 36 yaşında olan Serena, o zorlu yılın ardından kortlara döndü ve kadınlar tenisinde yeniden baş köşeye oturdu. 13 grand slam zaferi daha kazanarak Steffi Graf’ın asla erişilemez kabul edilen 22 grand slam şampiyonluğu rekorunu kırdı ve 23 kupayla açık dönemde en çok grand slam kazanan tenisçisi oldu. 2017’de 23. grand slamini kazandığı Avustralya Açık’ta iki aylık hamileydi. Spor tarihinde hamileyken grand slam kazanan ilk kadın tenisçi oldu. 2012 Londra Yaz Olimpiyat Oyunlarında hem teklerde hem de ablası Venus’le çiftlerde altın madalya kazandı. İki kardeş olimpiyat oyunlarında en fazla altın madalya kazanan tenisçi konumundalar. Hamilelik sonrası dinlenen ve bebeğiyle ilgilenen Serena yeniden kortlara dönmeye hazırlanıyor.

37 yaşındaki Venus, onu enerjisiz bırakan hastalığıyla mücadelesini sürdürdü ve 2017 sezonunda yeniden eski günlerine döndü. Avustralya Açık ve daha önce beş kez kazandığı Wimbledon’ın yanı sıra, sezonun en iyi sekiz raketinin katıldığı yıl sonu turnuvasında final oynadı. Kadınlar tenisinde 1 numara olan ilk Afrikan-Amerikan oyuncu olan Venus, yaşın sadece bir sayı olduğunu göstermeye devam ediyor. Ona mikrofon uzatan herkesin “ne zaman emekli olacaksınız” sorularına “henüz emekli olmayı düşünmüyorum” diyerek yanıt veriyor.

Yönetmenler Maiken Baird ve Michelle Major, Venus ve Serena filminde bizlere şampiyonlukların, sansasyonların, tartışmaların ve spot ışıklarının arkasındaki hikâyeleri, acıları, psikolojik süreçleri ve iki yıldızın kort dışındaki hâllerini de izleme fırsatı sunuyor. Williams kardeşlerin yaşadıkları psikolojik düşüşlere, dalgalanmalara tanıklık ederken, dibi gördükten sonra tutkuyla bağlı oldukları tenise geri dönüşlerini de seyrediyoruz. Belgesel aynı zamanda iki kadının çocukluktan başlayarak ne kadar güçlü bir kız kardeşlik bağı kurduklarını, çevrelerindeki kadınlardan nasıl güç aldıklarını ve dayanışmanın ne kadar ilham verici bir şey olduğunun altını çiziyor.

Kadınların eşitlik ve özgürlük mücadeleleri her alanda olduğu gibi sporda da devam ediyor. Venus ve Serena, bu mücadelenin bayrağını gururla dalgalandıran Williams kardeşleri yakından tanımak için oldukça iyi bir başlangıç.

Bawer Çakır hakkında:
İşletme okudu. İlk yazıları Kaos GL dergisinde yayımlandı. bianet.org haber sitesinde muhabir olarak çalıştı. Özgür Radyo’da Semra Çelebi ile birlikte “Şemsi Paşa Pasajı” isimli programı hazırlayıp sundu. Mesele, Ekmek ve Özgürlük, Hevjin, Turnusol, fraksiyon.org, Bant Mag. gibi yayınlarda ve Gerçek, Yıkıcı Yaratıcı isimli derlemede makaleleri yayımlandı. Aykan Safoğlu ile birlikte çektiği Anti-İtiraflar Vol.1 isimli kısa film Türkiye’de ve yurtdışında festivallerde gösterildi. 2010’da Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği tarafından Baki Koşar Nefret Suçlarıyla Mücadele Ödülü’ne değer görüldü. Aynı yıl Katalunya Otonom Hükümeti’nin insan hakları savunucuları için açtığı programa kabul edildi. İki yıldır Nayat Karaköse ile birlikte Agos gazetesinin Derkenar isimli sayfasını hazırlıyor. Halen Barselona’da yaşıyor.

Kendine Ait Bir Saha

Kendine Ait Bir Saha

Pera Film Altın Madalya: Sporda Kadın programı kapsamında 5Harfliler ile bir yazı dizisi sunuyor. Kendilerini; “kadın gündeminin peşinde, bağımsız bir internet sitesi” diye tanımlayan 5Harfliler bizim için hazırladıkları ilk yazılarında Yeni Nesil Kraliçeler: Bir Zanzibar Futbol Öyküsü belgeselini ele alıyor. Serinin bu ilk yazısı Denzi Deng’in kaleminden!

Bir Yük Arabası ve Bir İşgal Evi  <br>  Liliana Maresca

Bir Yük Arabası ve Bir İşgal Evi
Liliana Maresca

Pera Müzesi, İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) işbirliğiyle, 16 Eylül – 12 Kasım 2017 tarihleri arasında 15. İstanbul Bienali’ne ev sahipliği yapıyor. Müzede 17 sanatçının eserleri yer alıyor. Bienal boyunca bu sanatçıları ve eserlerini blogumuzda ele alıyoruz!

Biçimsel Arayışlar

Biçimsel Arayışlar

Anadolu’nun halk sanatlarından yansıyan görsel birikime yönelik yoğun ilgisiyle tanıdığımız Eyüboğlu’nun bu erken dönem nü’lerinde görülen renkli dekoratif unsurlar, ünlü Fransız ressam Henri Matisse’e duyduğu ilgiyle de beslenen bir Batı-Doğu sentezi arayışını hissettirir.