05 Aralık 2018
Yves Klein’ın mavi pigmentlerini akla getiren bir rengin perdeyi boylu boyunca kapladığını düşünün. Neredeyse 80 dakika boyunca mavinin tonlarında en ufak bir oynama olmasa bile, zihnimiz durduğu yerde durmuyor. Sabit bir maviliğe ne kadar uzun süre bakabiliriz? Mavi tonlar titreyerek, kendi gölgelerini yaratarak bize oyunlar oynamaz mı? Maviden gözlerimiz kamaşmaz mı?
Mavi (Blue, 1993), İngilizlerin en ünlü punklarından birinin, ressam, yönetmen ve sahne tasarımcısı Derek Jarman’ın, nam-ı diğer “kuir pagan punk” Derek’in son filmi. Mavi bir iç sesin, hezeyanların ve coşkulanmaların dökümü. Şiirsel bir veda mektubu. Mavi kanvasın engin boşluğunun içinde yeni bir yaşamı selamlama denemesi. Yaşamla ölüm arasındaki eşikte, gerçeklik kapılarını aşındıran mavi bir dokuyu düşleyen bir günce… Filmin bir yerinde şöyle fısıldıyor iç ses bize: “Mavi, insani sınırların ağırbaşlı coğrafyasını aşıyor.” Derek Jarman, AIDS salgınının en şiddetli oldugu zamanlarda, 90’ların başında medyanın kuir grupları hedef gösterdiği bir dönemde, ölümle yüz yüzeyken yazmıştı mavi güncelerini. Şöyle not düşmüştü güncesine: “Virüs amansızca kol geziyor. Artık hiçbir arkadaşım yok ki, ölmüş ya da ölmekte olmasın.” Virüs giderek vücudunu tahrip ediyordu belki ama zihninde kımıltısı hiç bitmeyen bir düş canavarı vardı: “Zihnim zehir gibi ama bedenim dökülüyor.” Hastalığın ilerleyen safhalarında, gözleri bildiğimiz anlamda görmüyordu artık Derek’in. Retinası zarar görmüştü. Doktorlara sorsanız, görme yetisini neredeyse kaybetmişti. Retinasının üzerindeki ışık hüzmelerinin anlamı neydi artık? Onları hangi kelimelerle karşılayacaktı? Derek için, muğlak bir mavi bir ışıktı belki de artık “görmek”, her bulduğu aralıktan sızan bir ihtimal ışığı… Maviliğe baktıkça, retinası yaşamının başka bir aşamasına geçtiğini fark eder gibiydi: “Eğer görüşümün yarısını kaybedersem gördüklerim de yarıya inecek mi?”
Mavi, tam olarak tahayyül ettiği bu başka türlü görme biçimi nedeniyle “Buradayım!” diye hep beraber bağırmak için en kuvvetli tercihlerden biri. Film, AIDS’in anaakım medyada bir heyula gibi dolandığı, heteronormatif kültürün devamı için aranan o büyük tehdit işlevini gördüğü yıllara dair tek bir görüntü içermiyor, evet. Zaten bildiğimiz anlamda bir “görüntü” de yok filmde. Varsa yoksa mavilik, aman vermez bir mavilik… Ama bir yandan da, 90’ların başındaki o günlerin sayısız imgeden daha kuvvetli bir muhasebesini yapıyor Mavi. Derek’in kelimeleri maviliğin altında ses bulurken, onun hastanedeki dehşet gecelerini de, bir aşığın dudaklarıyla bedeninin ateş alışını da bir arada veriyor. Mavi hayaller kurmak için perdede davetkâr bir alan yaratırken, tavizsiz bir dürüstlükle acıyı ve çaresizliği de anlatıyor. Hastanenin buz gibi gerçekliği ile mavi dokunun bedenleri aşan imkânlarının coşkun ve kederli buluşması bu izlediğimiz/dinlediğimiz.
“Mavi, ruha açık bir kapı
Elle tutulur olan
Sonsuz bir ihtimal”
“Yitik Oğlanlar
Sonsuza kadar uyuyorlar
Candan bir kucaklaşmada
Tuzlu dudaklar değiyor birbirine”
“Öp beni
Dudaklarımdan
Gözlerimden
Adımız unutulacak
Zamanla
…
Çünkü bir gölgenin geçişidir zamanımız
Ve hayatlarımız, kıvılcımlar gibi”
Alıntıladığım bu satırlar filmi izlemeden yıllar önce çıkmıştı karşıma. Filmden önce şiiriyle tanışmıştım. Meltem Ahıska’nın çevirisiyle1 okumuştum bu Derek Jarman güncesini. Sonra Beyoğlu Sineması’nda, bir İstanbul Film Festivali günü Mavi vardı perdede. Salon kalabalıktı, kimseden tek bir ses çıkmıyordu ya da şimdi öyle hatırlamak istiyorum. Ortak bir maviye doğru bakıyorduk, ama herkes kendi mavisine bakıyordu. Mavi renk değişip duruyordu ve aslında sadece maviydi…
Filmi şimdi yeniden izlediğimde mavi tuvalin üstüne yılların biriktirdikleri de yansıyor. Kalp Atışı Dakikada 120’de (120 battements par minute, 2017) koşturup duran Fransız AIDS aktivistlerini düşünüyorum. Yaşamın her saniyesini hararetle yaşayarak, onları ölüme terk eden düzenden, ilaç sektöründen ve tüm kurumsal ağırbaşlılıktan öcünü alan bir grup HIV taşıyıcısı insanın çağları aşabilecek yaşam sevincini.
Mavi’yi karanlık sessiz bir salonda izlemenin, değişmeyen bir renge uzun uzun bakmanın zihni sonsuz çağrışımlara açan bir yanı var. Arthur Russell’ın maviyi hangi sesle duyumsadığını düşünüyorum mesela. Sinestezi² yeteneği varmış gibi müzik yapan bir sanatçı Arthur Russell. Sinestezi yeteneğiyle meşhur olan Kandinsky renkleri müzikal bir tonda duyumsarken, Arthur Russell da maviyi bir ezgiyle hissediyor olabilir mi? Mavi nasıl tınlardı acaba onun zihninde?
Blue (Blau), Vasily Kandinsky, 1927
Mavi’nin monokrom kanvasından işitilen sesleri hatırlıyorum. Derek’in ve diğerlerinin seslerini… Tilda Swinton’ın Derek’in güncesini okuyan sesi, Eric Satie’nin Mavi’ye eşlik eden ses bulutları… Filmin ses kuşağının uyku ile uyanıklık arasındaki hali, Jarman’ın bahsettiği sonsuz ihtimallere inandırıyor izleyeni. Herkes kendi renginde bir dünya yaratıyor belki o “eşik alan”da. Mavi’deki monolog farklı kişiler tarafından seslendirilse de ortak bir tını taşıyor. Bazen Allen Ginsberg’ün dinleyeni isyana davet eden seslenişini (sessiz ulumasını) hatırlatıyor insana. Arthur Russell ile Allen Ginsberg’ün birlikte söylediği Ballad of the Lights kafanızda çalabiliyor bir anda. Mavi, herkese kendi duygusal hafızasını yansıtabileceği bir perde sunuyor. Tek rengin sadeliğinden bir sonsuz duygu haritası çıkarıyor. Bu duygu haritasını sahiplenmek, başka türlü bir hayat tahayyül edebilmek için temel adımlardan biri olmalı. Ancak bu şekilde, AIDS aktivistlerinin başlattığı işi tamamına erdirecek ilhamı bulabiliriz. Onların “Buradayım!” diyen haykırışları ancak böylece sonsuza dek yankılanıp, yerleşik taşları aşındırabilir. 1 Aralık 1988’te başlayan Dünya AIDS Günü, 30 yıldır, ona dayatılan renk algısını kabullenenlerle değil, kendi düş tonlarıyla dünyayı eğip bükmeye çalışanlar sayesinde yankısını buluyor.
“Yükselen mavi sıcaklığın
İçinde kendinden geçmiş
Blues söylüyor
Pes perdeden, ağır ağır
Kalbimin mavisi
Düşlerimin mavisi
Ağır aksak mavi aşk”
Abbas Bozkurt hakkında:
Abbas Bozkurt psikoloji ve kültürel araştırmalar okudu. 2008 yılından bu yana sinema, edebiyat ve popüler kültür üzerine eleştirel yazılar kaleme almaya çalışıyor. Altyazı Aylık Sinema Dergisi’nde yayın kurulunda yer alıyor. SİYAD ve FIPRESCI üyesi.
1- Yazıdaki tüm alıntılar filmin Meltem Ahıska tarafından çevrilen Türkçe metninden alınmıştır. Bkz. Meltem Ahıska, Blue, Mart 1995: Nisan Yayınları.
2- Sinestezi: Kimi insanlarda görülen farklı duyumsama biçimi, beş duyunun farklı etkileşimleriyle meydana çıkan bir özellik; mesela harfleri, kokuları birer renk olarak duyumsamak.
19. yüzyıla kadar siyasi otoritenin merkezi Topkapı Sarayı, klasik Osmanlı ve Bizans mimarisinin görkemli örnekleriyle tüm imparatorluğun kalbi gibidir Tarihi Yarımada. Osmanlı İmparatorluğunu yakından tanımak isteyen her batılı, resimler yoluyla da olsa Tarihi Yarımada’yı görmelidir önce.
"Tarkovsky’nin ilk filmlerini keşfetmem, tam bir mucizeydi. Kendimi daha önceden hiç anahtarlarına ulaşamadığım bir kapının önünde buldum. Her zaman açıp ötesine geçmek istediğim bir kapı… Sonunda biri, nasıl söyleyeceğimi bilemediğim şeyleri ifade etmişti. Benim için Tarkovsky en büyük film yapımcısıdır.”
Salı - Cumartesi 10.00 - 19.00
Cuma 10.00 - 22.00
Pazar 12.00 - 18.00
Müze Pazartesi
günü kapalıdır.
Çarşamba günleri öğrenciler müzeyi
ücretsiz ziyaret edebilir.
Tam: 200 TL
İndirimli: 100 TL
Grup: 150 TL (toplu 10 bilet ve üstü)