Barbara Hammer’dan Sanatın İfade Gücü Üzerine

17 Mayıs 2018

Barbara Hammer

Pera Film’in Amerikan deneysel sinemasının öncü kadın sanatçılarından Barbara Hammer’ın film ve videolarından retrospektif niteliğinde sunduğu Barbara Hammer Beden Politikaları programı 19 Nisan - 25 Mayıs 2018 tarihleri arasında gerçekleşiyor.

Hammer’ın sanatına ve sanat aracılığıyla kendini ifade etme biçimlerine dair düşüncelerini paylaştığı metnini aşağıda okuyabilirsiniz!

“Doğrusal olmayan zamana dayalı deneysel işlerinde film ve video kullanan bir görsel sanatçı olarak gerçekleştirdiğim çalışmalarda performans, yerleştirme ve dijital fotoğrafa yer veririm. Etkin ve katılımcı bir izleyici kitlesi oluşturmaya çalışmanın yanı sıra eleştirel ve biçimsel açıdan karmaşık bir yaklaşım benimsiyorum. Tematik olarak işlerim genellikle kadınları nesneleştiren ya da sınırlandıran sinemanın yapısökümünü gerçekleştirir. Yapıtlarım bu görünmeyen bedenleri ve tarihleri görünür hale getirir. Lezbiyen bir sanatçı olarak lezbiyenlerin yeterince temsil edilmediğini fark ettim ve bu nedenle lezbiyen yaşamı bu boş ekrana yerleştirerek gelecek kuşaklara kültürel izler bırakmayı hedefledim.

Çalışmalarımın içerik ve anlamı kırk yıllık sanat yaşamım süresince sürekli evrim geçirdi. Yetmişlerde görüntü ve dokunuşu bir araya getiren bir estetik yarattım. Dokunmayla ilgili görseller seyircilerin izledikleri filme fiziksel olarak katılmalarını sağladı ve dünyaya daha fazla katılımda bulunmalarına olanak verdi (Dyketactics). Performans sırasında projektörü harekete geçirerek izleyicilerin filmi “görebilmek” için hareket etmelerini sağladım (Available Space). İzleyicilerin filmi “yeni” bir biçimde izleyerek “yeni” hisler duyumsamalarını sağlayınca onların yerel, ulusal ve küresel bir politik kitle içinde etkin hale geleceklerini umut ediyordum.

Seksenlerde lezbiyen temsiliyeti temalı eski filmlerimin güzel sanat kapsamında değerlendirilmediğini fark ettim. Optik baskılı filmler üzerine ışığın kırılganlığı, hayat ve sinema temalı daha biçimsel bir dizi iş gerçekleştirdim (Sanctus). Bu strateji işe yaradı ve işlerim birkaç Whitney Bienali’ne ve MoMA Coneprobe’lere dahil edildi.

Doksanlarda kimlik politikalarına geri döndüm ama seksenlerde ustalaştığım biçimsel yaklaşımla bunları zenginleştirdim. Konusunu bir kişi ya da olaydan değil, bir fikirden alan deneme belgeselleri çektim. İzleyicileri aktif tutmak için onlara yoğun kolajlı filmlerimde tarihçi ya da arkeolog rolü verdim. Bu uzun metrajlı belgesellerde sorduğum sorular arasında şunlar vardı: tarihi kim yazar ve kimler tarihin dışında bırakılır, otobiyografi gerçek midir kurmaca mı, yanlış temsil edilen kültürel bir olguya el koyularak nasıl yeniden şekillendirilebilir (Nitrate Kisses, Tender Fictions, History Lessons). İzleyicileri eyleme geçmek üzere teşvik etme hedefim değişmedi.

Şimdilerde küresel savaşlar ve benim kendi yaşlanma ve sağlık sorunlarım beni gittikçe daha fazla meşgul ediyor. Bir sanatçının savaş dönemlerinde ne yapabileceğini soruyorum (Resisting Paradise). Matisse’in torunu, medeni özgürlüklerin yavaşça çöküşünü direnişe giden yol olarak tanımlıyor ve benim filmim de benzer bir şekilde yapılanıyor. İşlerimin hepsinde biçim önceden belirlenmez, tematik malzemenin kendisinden yola çıkarak gelişir.

2006’da aldığım yumurtalık kanseri tanısıyla bütün dünyam değişti. Hayatta kalmak zorundaydım ve kaldım da, üç yıldır hastalığım gerilemiş durumda ve artık kronik hastalık tanımını taşıyor. Kadınların kaygıları hekimler tarafından görmezden gelindiği için çoğu zaman yanlış tanı koyulan bu korkunç hastalığı daha görünür kılmam gerekiyordu. Benimle kemoterapi seanslarından Batı’nın büyük açık alanlarına doğru yol alan kişisel bir film yapmak için deneysel köklerime geri döndüm. Kendi tarihimin görünmez hale gelmesini engellemek için arşivime sahip çıkmak zorundaydım. Orijinal film malzemelerinin durumunu kontrol ettim ve bunların durduğu kutuları organize ettim. Belgeleri kabaca onar yıllık dönemlere ayırarak kutulara yerleştirdim.

Bozulmaya başlayan bazı erken dönem filmlerimi yeniden basmam ve belge arşivindeki her bir kağıdın yer alacağı bir veri tabanı kurmam gerekiyor. Arşivim kadın tarihleri ve deneysel film açısından zengin. Organize edilmesi ve başkalarının erişimine açılması gerekiyor.

Esin kaynaklarımı ve becerilerimi genç sanatçılara aktarmaya kararlıyım ve bu bağlamda benden çok genç bir sinemacıyla mentorluk ve işbirliği üzerine yeni bir deneysel film yapma sürecindeyim (Generations).

Halen çalışan bir sanatçı olduğum için kendimi son derece canlı ve şanslı hissediyorum!”

Isabel Muñoz ile Söyleşi<br> Merve Akar Akgün

Isabel Muñoz ile Söyleşi
Merve Akar Akgün

Isabel Muñoz, dünyanın çeşitli coğrafyalarından insanları ve kültürleri konu alan etkileyici monokromatik portreleriyle tanınan, çalışmaları dünya çapında çok sayıda galeri ve müzede sergilenmiş İspanyol bir fotoğrafçı. Bana göre Muñoz'un fotoğraflarının uluslararası alanda bu denli önem taşımasının başlıca nedeni, özellikle farklı kültürlerin doğasını ve estetiğini yansıtmak üzere çektiği portrelerinde kendini gösteren olağanüstü yeteneği.

Hafıza  Anılar İnşa Etmek / Anı Odası / Ölümü Anımsa

Hafıza Anılar İnşa Etmek / Anı Odası / Ölümü Anımsa

Her hafıza bir iç hikâyeyi anlatır; her koleksiyonun da bir iç hikâyesi vardır. Koleksiyon; sanatçı, izleyici, koleksiyoner gibi pek çok farklı hafızanın, hikâyenin birbiri içine geçtiği yerdir.

Ressamların Gözünden Osmanlı’da Müzik ve Eğlence

Ressamların Gözünden Osmanlı’da Müzik ve Eğlence

Batılı ressamların Osmanlı konulu iç mekanda geçen gündelik yaşam resimlerine baktığımızda müzikli eğlenceler yaşama dair önemli bir detay olarak dikkat çeker. Bazen de tek figürlü resimlerde sadece müzik yapan kadınlar betimlenmiştir.